34
Selamlaar bu bölüm öncekinden de uzun oldu. Neredeyse 10 bin kelime 🤯 Olayların akışını bozacağından bölemedim hiçbir yerinden. Ama biraz zor oldu yazması, yalan yok. O yüzden lütfen oylarınızı ve yorumlarınızı benden esirgemeyiniz 😭 Ufak yıldıza basalım da parlasın lütfen ✨ Keyifli okumalar diliyorum! ❤️🔥
34: ASIL SUÇ ATEŞİ YAKANDA
Tüm cesaretim bedenimden akıp giden bir güç gibi beni terk ederken, yoğun bir korkuyla doldum. Ansızın ağzımdan çıkan bu asılsız evliliğe ayak uydurmamasından; bir adım bile olsa bu yalanın içinde sendelemesinden korkmuştum.
Zira duydukları karşısında şaşkına dönmüştü; bakışlarından, duruşundan, her şeyinden anlaşılıyordu. Resmen kaskatı kesilmişti. Sanki diğer herkes gibi, onun da ruhu bedenini terk etmişti.
Her şey saniyeler içerisinde gerçekleşti.
Üç adam da aynı anda ayağa fırlayınca salonda büyük bir fırtına zuhur etti. Tüm gözler, benimle onun arasında mekik dokumaya başlamıştı. Hiçbir kelimenin dokunmaya cesaret edemediği, saldırgan bir sessizlik girmişti odaya; konuşmak isteyen herkesi hırpalıyordu.
Sonra birden bastonunu yere vuran Tan Şahoğlu bu sessizliği korkutarak kaçırdı. "Ne demek şimdi bu?"
Ama bana değil, Merih'e bakıyordu. Çünkü biliyordum, benim sözlerimin hiçbir itibarı yoktu onların nezdinde. Aziz Hürkan bile yalnızca Merih'e odaklanmıştı. Suratına hiç yakışmayan bir umutla, inkar duymayı bekliyordu.
Üzerine binen onca bakışa rağmen soğukkanlılığını koruyan Merih, gözlerini benden ayırarak karşısındaki iki lidere döndü. Ne bakışlarından, ne de tavırlarından ne düşündüğünü anlayabilmek olanaksızdı. Hiçbir duygusu anlaşılmıyordu.
"Evet, karım ne diyorsa doğrudur." dedi, itiraz kabul etmeyen gür bir sesle. Söylediğim yalana ayak uydurması, birden üstümdeki tonlarca yükü kaldırmıştı. Tuttuğumu dahi fark etmediğim solukları yavaşça özgür bıraktım. "Uygun zamanı bekliyorduk söylemek için ama..."
Aziz Hürkan birden öne çıkarak üzerine doğru yürüyünce susmak zorunda kaldı. Resmen vurduğu kayaları arşınlayan devasa bir dalga gibi, yanına varmıştı. "Kafa mı buluyorsun sen bizimle pezevenk herif? Nedir böyle bu rezillik?"
Merih'in gözlerine kara perdeler devrilir gibi oldu; birdenbire aralarındaki ufak mesafeyi kat ederek adamın dibinde bitti. İki elle ceketinin yakasına asılarak sertçe çekiştirdi; bu pervasız temasla birlikte Mirza anında yanlarına koşmuş ama babası tarafından durdurulmuştu.
"Asıl rezillik," Merih hoyratça yakasını çekiştirince adam ona doğru sendeledi fakat ne karşı koydu ne de kurtulmaya uğraştı. "Senin genç bir kadına attığın iftiralar. Sakın," Sesi ağırlaşmıştı artık; taşıdığı tehditlerin altında sendeliyordu. "Ama sakın bir daha karımın namusuna dilini uzatayım deme." Çekiştirdiği yakaları bırakarak, cüretkar bir tavırla düzeltti. İlgiliymiş gibi, tozunu silkeledi. "Anlaşmışızdır umarım."
Aziz korkunç bir neşe yoksunluğuyla güldü. Sinirden kıpkırmızı kesilmişti. "Öyle mi olduk yani şimdi delikanlı?"
Ama bir karşılık alamamıştı; Merih'in onun kışkırtmalarına yenik düşmeyeceği belliydi. Vakur bir edayla karşısındaki adama bakıyordu yalnızca.
Her şey sarpa sarmıştı.
Korkuyla karışık bir heyecanla dolduğumu sezdim. Beni savunmuş olmasının heyecanını, başına açabilecek belaların korkusuyla bastırılmıştı. Nitekim bu sözlerin üstüne kimse tek kelime etmemişti. Sanki bir nevi şok içerisindeydi herkes.
Tan Şahoğlu bile yerinden kımıldamamıştı.
Merih tüm salondakilere hitap eder gibi hafifçe geriye çekilerek, herkesin üstünde gözlerini gezdirdi. "Yıllardır burada çalışan birisi olarak bana nasıl saygı gösteriyorsanız, bundan sonra karıma da göstereceksiniz. Ona saygı göstermediğiniz her an, bana da göstermemiş olursunuz. Ona söylediğiniz her kötü sözü, bana da söylemiş olursunuz."
"Yani siz şimdi diyorsunuz ki," Meral abla sonunda konuşacak gücü bulabilmişti. Yaşadığı şaşkınlık her iki kelimede bir duraksatıyordu onu. "Çoktan nikah kıydınız ve evlendiniz, öyle mi?"
Merih benden önce davrandı. Tüm oda dolusu gerginlikle alay eden bir kinayeyle gülmüştü. "Evlenmenin başka bir usulü mü var, Meral sultan?"
Tan Şahoğlu duyduğu bu soruyla beyninden vurulmuşa dönmüştü; bedenindeki buzlar erimiş gibi birden öne doğru atılarak üstüme yürüdü. Öfkeden rengi değişen gözlerini suratıma kenetlemişti. "Ne hinlikler çeviriyorsun sen yine Allah'ın belası kız?"
Ne yapacağımı şaşırarak bir adım geriledim. Merih hızla Aziz'in yanında geçerek ona doğru yürüdü; ancak bir şey yapmasına gerek kalmamıştı. Çünkü çoktan Meral abla önüme geçerek elini ona doğru kaldırmış ve adamı henüz birkaç adım atabilmişken durdurmuştu. "Demre benim sorumluluğumda. Onun hesabını ben keseceğim. Sen kendi adamınla ilgilen."
Meral abla omzunun üstünden bana sert bir bakış attı. Tüm bu şamataya daha fazla tahammül edemeyecekmiş gibi, gitmeye hazırdı. "Peşime düş."
Emrine uyacağımı bilerek, ardına bile bakmadan yürümeye başladı. Kısa bir an Merih'le gözlerimiz kesişti; endişelerim yeniden kabardı. Nasıl sağ çıkacaktık bu felaketin içinden? Başıyla belli belirsiz kapıyı gösterdiğini görünce, hızlıca önüme dönerek yürümeye başladım. Meral abla, büyük bir azabın içinden sıyırıp alır gibi beni arkasından sürükledi. Kızlar da uzun bir kuyruktan farksız peşimize takılmıştı.
Henüz koridora yeni çıkmışken Ece yanımda belirdi. "Demre, doğru mu kızım bu olanlar?"
Sude nefes nefese diğer yanımda bitiverdi. "Demre ne demek bu? Evlendin mi ya gerçekten?"
Aylin telaşla yanıtımı duymak için yanımıza koşunca üstümüze tosladı. Herkesin birbirine çarpıştığı ve sendelediği bir tutukluk oldu. "Demre inanamıyorum, ne ara oldu bu? Nasıl ya? Nasıl evlenirsin?"
"Hem de Merih'le!" Sude resmen çığırmıştı.
"Merih'le resmen!" Ece ona katılarak çileden çıkmış gibi fısıldadı. "Biz kendi aramızda Pınar'la evlenir derken adam zaten seninle evliymiş! Hiçbir şey de çaktırmıyordun bize. İnanamıyorum sana."
"Demre, inanamıyorum cesaretine..." Sinem'di bunu söyleyen; hemen yanımızdan yürüyordu. Ama diğerlerine nazaran suratında geniş bir sırıtış vardı. Zaten umduğu bir sonu yaşıyormuş gibi imalı imalı bakıyordu.
"Susun yeter!" Meral abla odasının önünde durarak bize doğru çemkirince herkesin sesi kesildi. Koridordaki tüm uğultu gidince, salondan yükselen bağırışları duyulur kılmıştı. Kim bilir nasıl azarlanıyordu şu anda. İçimde bir endişe kabardı. "Herkes, hemen şimdi konağa gidiyor. Demre'yle konuştuktan sonra biz de geleceğiz."
"Hayır, biz burada bekleyeceğiz." Bu katı emre karşı çıkabilen tek kişi Sude'ydi. Annesine sert bakışlar atarak, kollarını önünde kavuşturdu. "Böyle bir meseleyi nasıl sineye çekmemizi bekliyorsun? Meraktan gebeririz biz. Burada, mutfakta bekliyor olacağız siz çıkana kadar."
"Ay aman tamam," Meral abla tahammülsüzce elini salladı, hepsini kışkışladı. O kadar sinirliydi ki burnundan soluyordu. "Geçin mutfağa oturun. Eğer tek bir çıt sesi duyarsam tepenize çökerim ona göre."
Alev alev bakan gözlerini birden bana dikerek başıyla agresif bir manevra yaptı. Resmen küfreder gibi aralık kapıdan içeriye geçmemi söylemişti.
Hiç itiraz etmeden çalışma odasına girerek koltuklara doğru yürüdüm. Ancak oturmaya imkan bulamadan, arkamdan çarpan kapıyı telaşlı adımlar seyretti; saniyeler içinde koluma asılarak beni kendisine çevirdi.
Sertçe iki kolumu da tutarak hafifçe öne eğildi; dosdoğru gözlerimin kıyısına baktı. "Demre, dürüstçe cevap ver şimdi bana," Kelimeleri tuhaf bir dalgalanmayla çıkıyordu dudaklarından. Duyguları çok yoğundu; hakim olmakta zorlanıyordu. "Mecbur mu bırakıldın bu evliliğe?"
Reddetmek için dudaklarımı araladım ama hemen konuşmama müsaade etmedi. Sanki yalan söyleyeceğime inanıyordu da bana engel olmaya çalışıyordu. "Doğruyu söyle bana, Demre. Sana yardımcı olabilmem için bana doğruyu söylemen gerekiyor. Zorla mı evlendirildin?"
"Hayır, hayır," Hızlıca başımı iki yana salladım. Bu şekilde anlaşılmasından korkmuştum. Aksi takdirde aldığımız bütün riskler boşa çıkardı. Bu andan itibaren, artık herkesin bu yalana inanması gerekiyordu. "Özür dilerim Meral abla, sana daha önce haber vermem gerekirdi ama korktum. Bize kızacağından, engel olacağından korktum."
Nobranca sözümü kesti. Duyduklarına kendisi de inanamıyordu; aynı soruyu defalarca kez farklı minvallerde soracak gibiydi. "Yani gerçekten evlendin mi Merih'le? Merih yani, bildiğimiz Merih'le evlendin, öyle mi?"
Usulca başımı aşağıya yukarı salladım.
Hışımla kollarımı bırakarak geriye kaçıldı. Bir elini beline koydu, diğerini alnına yasladı. Çileden çıkarak, suratıma baktı. "Neden yani? Nereden çıktı ya bu şimdi durduk yere?"
Bunun ikna edici tek bir yanıtı vardı ama henüz söylemeden bile beni utandırmıştı. Meral ablanın suratına karşı böyle bir itirafta bulunmak, epey zordu. "Seviyorum çünkü."
Kendi sesimden bunu duymak tuhaf hissettirmişti. Ama benim aksime onu sinirlendirmişti. Ellerini birbirine vurarak geriye çekildi, sabır dilenircesine bir şeyler mırıldandı. Sonra ansızın tekrar bana döndü. "Peki Aziz'in dedikleri neydi öyle? Nereden çıktı şimdi bu isteme mevzusu? Yok oğlumla bir münasebeti olmuş da, yok kirlenen namus kolay kolay temizlenmezmiş de... Hadsiz köpek! Ona mı kaldı namusunun bekçiliği? Yok valla, tırlatmama çok az kaldı benim."
"Ben de bilmiyorum o meseleyi Meral abla," İnanmamış gibi baktığını görünce çaresizce yanına gitmeye yeltendim. Ama çoktan sırtını dönmüştü bana. "Mirza'yla aramda hiçbir şey yaşanmadı, yemin ederim. Elim bile değmedi benim o adama. Lütfen inan bana. Hem zaten dediğim gibi, ben Merih'le evliyim. Böyle bir şey nasıl mümkün olabilir?"
Fırtına gibi eserek tekrar bana döndü. Ağzımdan çıkan her sözle birlikte daha fazla tansiyonu düşüyormuş gibi rengi soluyordu. "Ya siz ne ara gittiniz de nikah kıydınız kızım? Kafayı yiyeceğim resmen. Haberim yokken ne haltlar dönüyormuş meğer arkamdan!"
Belirli bir gün söylemektense geçiştirmeye çalıştım çünkü Merih'in bu soruya ne dediğini bilmiyordum; ikimizin de farklı bir gün söyleme riski mevcuttu. Bu yüzden en mantıklısı susmaktı. "Çok ani oldu gerçekten..."
Ama sözümü kesti. "Hayatımda ilk defa böyle bir şey yaşıyorum. Beni nasıl bir duruma soktuğundan haberin var mı senin?" Hesap sorar gibi elini kaldırdı, sesi gitgide yükseliyordu. "Ne kadar büyük bir hayal kırıklığı yaşadığımı tahmin bile edemezsin. Senden böyle bir şey hiç beklemezdim. En azından gelip bana söyleyebilirdin. Saman altından su yürütmektense!"
Çaresizce kendimi açıklamaya çalıştım. "Ama nasıl söyleyecektim bunu..."
"Böyle olması daha mı iyi oldu yani?" diyerek, kestirip attı çelimsiz savunmamı. "Seni ne koruyabildim ne savunabildim. Tek bir kelime bile edemedim. Bir anda çıkıp ben evlendim dedikten sonra, benden nasıl arkanda durmamı bekliyorsun? Bir de normal birisi de değil, gitmiş Merih'le evlenmişsin. Başka adam mı kalmadı kızım?"
Şaşırmıştım, kaşlarımı çattım. "Niye normal değil, anlayamadım?"
"Tan'ın en kalifiyeli adamıyla evlenmişsin çünkü Demre!" Basit bir yapboz parçasını yerine oturtamıyormuşum gibi bakıyordu suratıma. "Hadi, ben seni sadece annelik evhamlarıyla azarlarım. Ama ona ne olacak, hiç düşündün mü bunu? Tan nasıl karşılayacak bunu kim bilir? Böyle emrivaki şeylerden nefret eder."
Yoğun bir korkuyla dolarak hızla yanına sokuldum. Teselli edilme arzusuyla dolmuştum. "Kötü bir şey yapmazlar ona değil mi?"
Yüzünü buruşturarak endişelerimi küçümsedi. "Sen onu düşüneceğini kendini düşün asıl. Bir halt olmaz ona, ne yapar eder kurtarır o hergele kendisini." Kapıya kaçamak bir bakış fırlatarak, hızla yanıma sokuldu. Sesi artık alçalmıştı. "Tan zaten kafayı taktı sana, gerçi Aziz de takmış belli ki ama asıl sen nasıl paçayı sıyıracaksın bu evlilikten? Onu düşün."
Sessiz kaldığımı görünce sımsıkı ellerimi kavradı. Artık gözlerinde yalnızca kaygı hakimdi. "Seni koruyamamaktan korkuyorum, Demre. Başına öyle işler açıyorsun ki ne durdurabiliyorum, ne söz geçirebiliyorum."
İçime bir hüzün çöktü. Karşımdaki kadının endişesi o kadar içtendi ki sanki bana değil, kendi kızına sitem ediyordu.
Onunla bu odada ilk tanıştığım günden beri o kadar çok şey değişmişti ki artık karşımda bambaşka bir kadın vardı. İlk zamanlarda bana gösterdiği kuşkulu ve mesafeli tavrı tamamen gitmiş, yerini sadece şefkat ve evham almıştı. Kendi annemde hiç göremediğim endişe, bu kadının gözlerindeydi.
Buruk bir hisle, ellerime tutunan ellere baktım. "Meral abla, aslında beni korumanın bir yolu var."
Hafifçe geriye çekilerek merakla kaşlarını çattı ama ellerimi bırakmadı. "Neymiş o yol?"
Çalışma masasının ardında duran kitaplığa baktım. Raflarındaki mavi kapaklı dosyalarda gözlerimi gezdirdim. Sözleşmeyi imzaladığım gün, bir deste kağıdı içlerine koyuşu sanki dün yaşanmış kadar taptazeydi.
Bana yaşattıkları her şeyi, imzaladığım kağıtların güvencesiyle yapabilmişlerdi.
Tekrar gözlerinin içine baktım. "İmzaladığım sözleşmeyi imha ederek beni koruyabilirsin. Hâlâ o kağıtlarda neler yazıyor hiçbir fikrim yok ama bana ne yaptılarsa, imzam sayesinde yaptıklarının farkındayım."
Suratındaki tüm duygular sis misali dağıldı, yok oldu. Parmakları gevşeyerek ellerimi bıraktı. Ağır ağır geriye çekildi, kuşandığı sessizlikle masaya doğru uzaklaştı. Kalçasını yaslayarak yavaşça bana dönerken, suskunluğu gitgide tedirgin edici olmaya başlamıştı.
Hiç konuşmadan, gözlerimin içine baktı.
Beni bıraktığı yerde, huzursuzca kımıldandım. Sessizliğiyle hırpalamış olduğu, yaralı bir cesaretle tekrar konuştum. "Aynı şekilde kızlarınkini de imha etmeni çok isterdim. Eminim ki sen içindeki maddelerin hepsini biliyorsun, Meral abla." Bir an sözüme devam etmekte kararsız kaldım. Ama henüz cesaretimi yitirmemişken, kendimi zorladım. "Sen konağın odalarında yaşanan her şeyi; aşağıdaki mahzende neler gizlendiğini, hepsini biliyorsun. Tan Şahoğlu senden hiçbir şey saklamıyor."
Kollarını önünde kavuştururken, yavaşça tek kaşını kaldırdı. "Bu çok iddialı bir çıkarım."
"Daha da iddialı çıkarımlarım var." dedim, sesindeki yumuşaklıktan cesaret alarak. Hafifçe gözleri kısıldı, kaşları çatıldı. Hemen önündeki koltuğa sokularak koluna oturdum, ona doğru döndüm. "Beni aşağıdan çıkarması için Merih'e yardım ettiğini biliyorum."
Kaşları yavaşça gevşedi ama suratında başka bir devinim olmadı. Uzun bir süre bana gürültülü sessizliğini dinletti; öyle ki hiç konuşmayacağını zannettim. Suratındaki durgunluğun aksine içinde kıyametlerin kopuyordu, belliydi. Fakat buna rağmen uysal bir sesle konuşabilmişti. "Geciktiğim için üzgünüm."
Yavaşça omuzlarım çöktü; üstüme bir kederin bindiğini sezdim. Başımı eğerek gözlerimi kaçırdım. Suratımı hiç istemediğim bir yoğunluğun istila ettiğini hissetmiş, ben bu saldırıları bastırana kadar da görmesini istememiştim.
Buraya adım attığım ilk gün kendime bir söz vermiştim.
Kimseyle duygusal bağ kurmayacaktım; kimseyle yakınlaşmayacaktım. Yıllardır içimde varlığını sürdüren o duygusal açlığı, buradaki insanlarla doyurmaya çalışmayacaktım. Söz vermiştim kendime. Ama tutamamıştım. Kalbime bir türlü söz geçiremiyordum. Israrla, güvenebileceğim ve tüm bu canhıraşın içinde dinlenebileceğim birilerini arıyordum.
Artık alışmak istiyordum. Bir eve, bir insana, bir duyguya alışabilmek istiyordum.
Fırtınanın içinde oradan oraya savrulan ölü bir yapraktan farksızdım. Hiçbir güzel duyguyu fazla solumuyordum; sanki bağımlı olmaktan korkuyordum. Hiçbir insana da yeterince teslim olamıyordum; sanki yenilmekten korkuyordum. Sırf bu hislerin rehavetine kapılmamak için, kaçıyordum.
Yıllar geçmişti ama hiçbir şey değişmemişti. Ben hâlâ alışmaktan kaçıyordum.
Birden çeneme sürtünen sıcaklıkla kendimden uzaklaştım. Nazikçe başımı kaldırdı, kendisine bakmaya zorladı. Onun da gözlerini mesken tutan bir keder vardı. "Geçen sene Hicran öldüğünde inanılmaz yıkılmıştım. Tan'ın karşısına geçerek ondan bir söz aldım, o günden sonra hiçbir kızıma dokunmayacağına dair söz aldım ondan. İlk zamanlar senin burada bir amaç uğruna olduğunu bildiğimden, akıbetini pek umursamıyordum," Ağır bir itiraf söylemiş gibi kısa bir anlığına gözlerini kaçırmıştı. "Ama sonra diğer kızlardan hiçbir farkın kalmadı benim gözümde. Tan seni aşağıya kapattığında, bana verdiği sözü de çiğnemiş oldu."
Önlerinde diz çöktüğümüz gün, öfkeyle ona söyledikleri kulaklarımda çınladı. Bana bir söz vermiştin ama tutmadın, demişti suratına. Demek bahsettiği söz buydu. Gerçekten de beni aşağıdan kurtarması için Merih'e yardımcı olmuştu. Kendisini ateşe atarak, hizmetinde olduğu adama ihanet etmişti.
"İnan bana, seni daha erken çıkarabilmek çok istedim," Artık neredeyse fısıldıyordu; gözlerinin kıyısında yaşlar birikmişti. "Ama belli bir sürenin geçmesi gerekiyordu. Gecikmiş bir adalet, adalet midir gerçekten bilmiyorum. Ama en azından ben elimden geleni yaptım diyebiliyorum."
"Merih ve sen yardım etmeseydiniz, ben bugün hâlâ aşağıda yatıyor olurdum." Hissettiğim minnet o kadar kabarmıştı ki bu duyguyu nasıl ifade edeceğimi bilememiştim. Üstelik kendi çabasını azımsaması beni kötü hissettirmişti. Birden kendime hakim olamayarak ayağa kalktım ve kollarımı boynuna doladım. Başımı omzuna yaslayarak sımsıkı gözlerimi yumdum. "Adaletin gecikmesi hiç gelmemesinden iyidir. Beni kurtardığın için teşekkür ederim."
Sımsıkı kendisine bastırdı beni, usulca saçlarımı okşadı. "Demre, bana bir söz vermeni istiyorum." dediğini duyunca gözlerimi araladım. Yalnızca başımı sallamıştım. "Hatırlıyor musun, bir gece benim odama gelip de omzumda hıçkırarak ağlamıştın? Şimdi evlenip gideceksin yanımızdan ama ne olursa olsun, kötü bir şey yaşadığında bana gelmeni istiyorum. Bana söz verir misin bunun için?"
Bahsettiği geceyi anımsayınca buruk bir şekilde güldüm. Mercan'ın ölümüne tanık olmuş, bu ağır yükü daha fazla taşıyamayarak sonunda onun yanında yıkılmıştım. O zamandan beri çok şey değişmişti ama gerisinde bıraktığı duygular hâlâ tıpatıp aynıydı.
"Tamam, söz." dedim, gözümden akan yaşı hızlıca silerken. "Söz, geleceğim sana. Nerede olursam olayım, ağlamak için senin omzuna geleceğim."
"O hergele hele seni bir üzsün," dedi, saçlarımı okşayarak. Sesindeki hıncı duyunca güldüm. "Karşısında beni bulur. Sen hiç merak etme, dize getiririm ben onu." Sessiz kaldığımı duyunca beni kendisinden uzaklaştırarak suratıma baktı; iki eliyle yanaklarımı tutmuştu. "Bana bak güzel kızım. İsteyerek ve severek evlendin, değil mi? Sadece sevgi var ortada, hiçbir menfaat yok, değil mi?"
Hiç düşünmeden, isteyerek evlendiğimi söylemek istedim ancak yapamadım. Çünkü henüz hiç böyle bir gerçekliğe hazır değildim. Düşüncesi bile korkutucuydu; hatta sarsıcıydı.
Bir erkekle aynı çatı altında yaşamaya hiç hazır değildim. Yabancı değildi belki evleneceğim kişi; fakat doğru düzgün tanıdığım da söylenemezdi. Arada sevgi var mıydı bilmiyordum ama en azından bana saygı duyduğuna emindim. Aslında, henüz bunun gerçekliğini bile kavrayamamıştım. Öyle ki düşündükçe kaçıp gitmek, kimsenin bulamayacağı bir yerlere saklanmak istiyordum.
"Menfaat yok tabii ki Meral abla," dedim, olabildiğince ikna edici bir tavırla. "Severek evlendik biz."
"Tamam, peki." dedi şefkatle gülümseyerek. Elleriyle yanaklarımdaki ıslaklığı sildi, yaslandığı masadan kalktı. "Yakında düğünümüz var yani."
"Düğün mü?" Neredeyse ciyaklamıştım. Birden tüm endişelerden, düşüncelerden arındım.
Kapıya doğru yürürken, verdiğim tepkiye şaşırarak odanın ortasında duraksadı. Kaşları çatılmıştı. "Düğünsüz mü evlenmeyi düşündün yoksa? Nikahı kız kaçırır gibi kıymış olabilir Merih efendi ama biz kızımızı o kadar basit vermeyiz. Ortalık yatıştıktan sonra usulüyle güzel bir düğün yapmak gerek. Hayat ne tuhaf, cenazenin üstüne düğünümüz olacak."
Son cümlesini kendi kendine mırıldanarak söylemişti. Kapıya doğru giderek açtı ama fazla aralamadan, bana baktı. Dudaklarında anlamlı bir tebessüm vardı. "Bu arada, sözleşmelerin hepsini zaten çoktan imha ettim ben. İçin rahat olabilir."
Ağır bir şaşkınlıkla ona dönmüştüm; ama bir yanıt duymayı beklemeden çıkıp gitmişti. Hemen yan taraftaki mutfağa girerek kızlara bazı talimatlar verdiğini duydum. Demek tüm sözleşmeleri imha etmişti. Omzumun üstünden mavi kapaklı dosyalara baktım. Artık yoklardı. Ayaklarımı yerden kesen bir hafiflikle önüme dönerek, odadan ayrıldım.
Salonun kapısına doğru merakla kulak kabarttım ancak hiçbir ses duyamadım. Acaba iyi miydi şu anda? Her şey o kadar karmakarışık bir hâl almıştı ki söylediğim yalanın bedelleri sandığımdan da ağır gelmişti.
Evlenmek gibi bir düşüncem yokken, şimdi başka çarem yoktu. Böyle olmak zorunda mıydı? Kendi talihsizliğime sövdüm. Nasıl onunla aynı evde yaşayacaktım şimdi ben? Düşündükçe aklımı kaçıracak gibi oluyordum. Değil onunla aynı evde yaşamak, yalnız başıma aynı odada bile kalmaya hazır değildim. Ya birden her şey kontrolden çıkarsa? Fakat bu normal bir evlilik olmayacaktı; böyle bir endişeye kapılmak anlamsızdı. Ansızın, günler önce Mirza'yla evleneceğimi zannederek bana sarf ettiği sözler zihnime doluştu.
Adam bir gün seni yatağında istese ne diyeceksin? Ama bu normal bir evlilik değil mi diyeceksin?
Ürpererek zihnimde yankılanan sesini susturmaya çalıştım. Şimdi bunu düşünemezdim. Peki ama ne zaman düşüncektim? Resmen birkaç güne kendi düğünüme katılacaktım. Merih'in gür sesi kulaklarımda uğuldayarak tekrar beni ürpertti.
Bunun önüne geçebileceğini mi zannediyorsun sen?
Ruhumu sarsan bir korkuyla doldum. Bir gün benden böyle bir şey ister miydi? Yok ya, istemezdi. Başkasında kınadığı bir durumu kendisi yapamazdı sonuçta. Ama neden yapamazdı ki? Gayet de yapardı. En nihayetinde o da yetişkin bir erkekti; hiçbirine güven olmazdı. Gözlerimi yumarak sırtımı duvara yasladım, ellerimle çaresizce yüzümü örttüm. Allahım, nasıl bir belaya bulaşmıştım ben böyle? Herkesin önünde evlendiğimi söylemek tüm hayatım boyunca ağzımdan çıkan en ahmakça şeydi. Geri dönüşü imkansız bir hataydı.
Üstüme attıkları iftiradan kurtulmanın tek yolu buydu, başka çaren kalmamıştı, sakinleş artık.
Kendimi avutmaya çalışırken, birden mutfağın kapısı tekrar açıldı. Meral abla beni görünce şaşırarak, "Sen hâlâ ortalıkta mısın?" diye azarladı. Telaşla beni mutfağa sürükledi. Artık içerde ondan başka hiç kimse kalmamıştı; arka kapıya doğru itekledi. "Hadi çabuk müştemilata, kızların yanına. Zaten kudurdular resmen seni görmek için. Misafirler gidene kadar ortalıkta gözükme, Tan iyice yatışsın."
"Tamam, peki." Söylediğini yaparak arka kapıdan soğuk bahçeye çıktım. Gökyüzünde sallanan güneşin altından koşarak müştemilata vardım. Kendimi hiç kızların coşku dolu duygularıyla mücadele edecek dirayette hissetmiyordum; ancak bu hesaplaşmadan da kaçamayacağımı biliyordum. İstemesem de, onlara bir açıklama yapmaya mecburdum.
Zile henüz yeni basmışken ürkütücü bir hızla geriye doğru savrularak açıldı. Eşiğin ardında ufak bir yığından oluşan telaş birikmişti. Gerçekten de kapının önünde benim gelmemi beklemişlerdi.
"Demo sana inanamıyorum!" Sude'nin haykırışı tüm bahçede yankılandı. Sesimizin duyulmasından ürkerek çabucak içeriye girdim. Zaten ben girmesem de kollarımdan tutularak sürüklenmiştim.
Merdiven basamaklarına istiflenen Aylin ile Ece aynı anda zıplayarak ayaklandı, boğucu bir heyecanla yanıma sokuldu. "Demre hemen bütün detaylarını anlatıyorsun."
Aylin de, Ece'nin bu itiraz kabul etmeyen emrini pekiştirircesine, "Her şeyi anlat hemen." demişti.
"Kızı darlamayın ya," Sinem etrafımdaki hengamenin arasına girerek hepsini savuşturdu. Kolumdan tutarak peşinden sürükleyen Sude'yi durdurmuş, onun bıraktığı boşluğu kendisi doldurmuştu. Koluma girdi ve beni olgun bir tavırla salona yönlendirdi. "Sakin olun önce, çığırıp durmayın. Ne meraklısınız kafa ütülemeye!"
Memnuniyetsizlikle dolu söylenmeler oldu ama kimse bu sözlere karşı çıkmadı. Birlikte salona girerek üçlü koltuğun etrafına üşüştüğümüz esnada, Aylin çabucak söze girdi. "Nasıl oldu bu evlilik, anlatsana. Ne zaman gittiniz de nikah kıydınız ya siz?"
Ece alaylı bir kahkaha patlattı; kaşlarımı çatarak ona baktım. "Demo hepimizden de hızlı çıktın sen. En ahlaklı benim diyenden korkacaksın hep."
"Ne alakası var? Ben böyle bir şey mi dedim?" Öfkeyle tersledim onu. Kendimi aklamayabilmek, tüm bunların bir düzmece olduğunu anlatmak istemiştim ama bunun imkansızlığının farkındaydım. Sinirle kenardaki yastığı kaparak kucağıma koydum. "En azından ben sadece bekar olanlara ilgiliyim."
Sinem gülerek, Ece'nin kızarıp bozaran suratını gösterdi. Ama yeterince onunla alay edemeden, Sude tekrar konuyu dağıtmıştı. "Ne zaman evlendiniz siz ya? Hatta dur, şunu sorayım. Ne zamandır birlikteydiniz?"
Omuzlarımı silkerek, olabildiğince belirsiz yanıtladım; zira hiçbir yerden sökük vermemem gerekiyordu. "Çok hızlı gerçekleşti her şey. Size söyleyecektim ama hiç uygun bir an bulamadım, kusura bakmayın."
Aylin kırgın kırgın gözlerini devirdi; diğer kızların suratında da aynı gücenmişlik vardı. "Düğününde söyleyecektin bize herhalde."
Sude heyecanla silkelenerek, oturduğu yerde doğruldu. "Doğru ya, düğününüz olacak! Ay ne giyeceğiz şimdi biz?"
Ece uzanıp bacağıma vurdu. "Demo kız, sana çeyiz alışverişine çıkalım yarın."
Sözleri coşkulu bir yaygara koparmıştı odada.
Şaşırarak ona baktım. "Yok artık. Çeyiz mi? Hiç gerek yok öyle şeylere."
"Ne demek gerek yok ya?" Sinem kınarcasına bakıyordu şimdi. "Evleniyorsun kızım, tabii ki gerek var. Neyle düzeceksin evini?"
"Benim hiç hevesim yok öyle şeylere, düzmesem de olur." Çaresizce sesimi duyurmak için çabaladım ama başaramadım. Sanki evlenen onlardı; öylesine heyecanlılardı ki gürültüyle birbirlerine laf atıyor, gülüşüyor, durduk yere de bir şeyleri alkışlıyorlardı.
"İlk kez evleniyorsun sonuçta, biraz heves yap!" Ece neredeyse azarlarcasına söylemişti bunu.
"Biz seni heveslendiririz, hiç merak etme. Anneme söyleyelim de birkaç güne hemen gidelim, uzun sürer bu işler." Sude teselli edercesine, hızlıca bacağımı okşadı. Suratında hinliklerle dolu bir sırıtış vardı. "Sana çok güzel ciciler alacağız. Merih'i geceleri dumura uğratacaksın, emin ol."
"Gece ne-? Saçma sapan konuşma ya!" Hışımla kucağımdaki yastığı sırtına geçirdim. Kıkırdayarak geriye kaçıştı; hızlıca emeklemiş, gazabımdan olabildiğince uzaklaşmıştı.
Ece şuh bir kahkaha atarak beni gösterdi. "Şuna bakın çabuk, nasıl da kıpkırmızı kesildi!"
"Dilimize düşmeyeceğini mi sanıyordun, Demo?" Aylin yere düşen yastığı çevikçe kaparak suratıma fırlatınca havada kaptım. Kucağıma çarparak, ters ters baktım.
"Bu arada Aziz'in söyledikleri neydi öyle?" Sinem'in sorusunu duyunca birden gerildim. Herkesin aklını kurcalayan bir soru olduğu belliydi; tamamen susmuş, bana odaklanmışlardı. "Mirza'ya istiyorum seni falan dedi, hiçbir şey anlamadım ben."
"Ben de anlamadım ki," dedim, afallamış bir tavırla dudaklarımı büzerek. Olabildiğince inandırıcı gözükmeye çalışıyordum. "Durduk yere nereden çıktı hiç anlamadım. Yanlış anlaşılma oldu herhalde, oğluyla aramda hiçbir şey yaşanmadı çünkü."
Kısa bir sessizlik oldu bu baskın savunmanın üstüne. Sonra tekrar yaklaşmakta olan düğünün heyecanı sarmaladı etrafı; neyse ki meselenin üstü çabucak kapatılmıştı. Ama ben henüz rahatlayıp hafifleyemeden, tekrar çileli anlar başkaldırmıştı.
"Yalnız bir şey diyeceğim, Merih'in söyledikleri neydi öyle?" Sude, uğultunun yüzeyine çıkabilmek için sesini yükseltti. Gözlerinin içi kamaşmıştı. "Resmen herkese meydan okudu bu kız için."
Sinem o anı tekrar yaşıyordu sanki; yine hayretle dolmuştu. "Aziz Hürkan'ın nasıl yakasına asıldı öyle ya? Bir de Tan'ın önünde. Aşırı havalıydı!"
Ece birden sesini absürt bir şekilde kalınlaştırarak onu taklit edince istemsizce güldüm. "Karım ne diyorsa doğrudur. Bana nasıl saygı gösteriyorsanız, bundan sonra karıma da göstereceksiniz."
Birbirine karışan gülüşmeler tüm odayı inletecek kadar pürdü. Aylin hevesle dizlerinin üstünde yükselerek, Ece'ye katılmıştı. "Ona saygı göstermediğiniz her an, bana da göstermemiş olursunuz."
Ece gülünç bir edayla kaşlarını çatarak, omuzlarını kabarttı. "Karıma söylediğiniz her kötü sözü, bana da söylemiş olursunuz, ona göre."
"Adam karım da karım diye sayıklıyor resmen." Sude koltuktan kaptığı yastığı kıkırdayarak bana fırlattı. Gülerek yakaladım, geri ona attım. O an duyduğum heyecan, tekrar yeşermişti içimde; korkusuzluğu hayran kalınacak cinstendi.
"Nasıl bir büyü yaptın sen bu adama, Demo?" Ece işveli işveli sırıtarak göz kırptı. Sonra birden ruh hâli değişti; umarsızca yakardı. "Ne bu hanımcılık büyüsü, acilen bana da lazım bundan."
"Asıl bana lazım." dedi Sude, dertli dertli nefesini üfleyerek.
Ece koltuğun diğer ucundan bana imalı gözlerini dokundurdu; haftalar önce söylediği ufak sırra atıf yaptığını anlamak pek de zor değildi. Sude'nin hâlâ Çınar'dan hoşlandığına inanıyordu; ki haksız da sayılmazdı. Gerçekten de ona karşı bir şeyler hissettiği artık yadsınamazdı; öyle ki doğum günü partimde ona attığı bakışlardan daha da ikna olmuştum.
Fakat tuhaf bir şekilde, ben Çınar'ın onunla değil; Sinem'le birlikte olmasını daha çok istiyordum. Nedensizce, ikisini birbirine daha çok yakıştırıyordum. Hem zaten Çınar'ın ona karşı ilgilisini anlamamak için de ahmak olmak gerekiyordu; resmen gözünün içine bakıyordu.
Ben kendi içimde sessiz muhakemeler yaparken, birden söze giren Aylin odadaki tüm neşeyi şuursuzca söndürdü. "Sinem asıl sana lazım bu hanımcılık büyüsü, birisine kullanırsın artık."
Sude'nin kaşları müthiş bir hızla çatıldı; Sinem hınçla uzanarak patavatsızlığı yüzünden Aylin'e amansızca vurdu. Kız acıyla inleyerek kolunu ovuşturdu, çabucak geriye çekildi. Bu esnada Ece tartışmanın alevleneceğini sezinleyerek, ustalıkla konuyu değiştirdi.
Hevesle ayağa kalkmıştı. "Söyleyelim Meral ablaya da birkaç güne düğün alışverişine çıkalım madem. Kendimize de elbise almamız lazım sonuçta. Ama izin verir zaten gitmemize."
Elbise almaya lüzum olmadığını söyleyecekken, vazgeçerek sustum. Heyecanları öylesine derindi ki karşı çıktığım takdirde beni bile boğabilecek gibiydi. Bu yüzden heveslerini kırmamak için susmaya karar verdim.
Sinem konunun değişmesiyle, sevinçli bir edayla ayaklandı. Hemen yanında durdu. "İzin verir de, kesin konakta soğuk rüzgarlar esecek birkaç gün. Tan'ın bu evliliği sindirmesi kolay olmaz, kendi kızına istediği adam başkasıyla evleniyor sonuçta."
Sude dalgın dalgın mırıldandı. "Doğru ya, bir de o mesele vardı. Ama artık Beren tımarhaneye gittiğine göre, evlilik hayalleri suya düşecek mecbur."
Aylin bana anlamlı anlamlı baktı; bir yandan da kolunu ovuşturmayı sürdürüyordu. "Hem zaten atı alan Üsküdar'ı geçti bile."
Yalnızca gözlerimi devirerek karşılık verdim; çünkü zaten ileriki iki gün boyunca dillerinden düşememiştim. Her seferinde bir karşılık veremeyecek kadar bezdiğimden, çoğunlukla sadece gözlerimi devirmeyi alışkanlık hâline getirmiştim.
Meral ablanın da dediği gibi, konaktaki herkesi tesiri altına alan bir kızgınlık zuhur etmişti. Bu yüzden, kızların istediği alışverişe çıkabilecek imkanı bulmak mümkün olmamıştı. Merih neredeyse iki gündür ortalıkta yoktu; öyle ki bu beni biraz kaygılandırmaya başlamıştı.
Yoksa bana kızdığı için mi gelmiyordu?
Birdenbire herkesin ortasında çoktan evlendiğimizi söylemem belki de düşüncesizce ve bencilce bir davranış olmuştu. Kendimi kurtarmaya odaklandığımdan, bu yalanın onda nasıl bir tahribat bırakacağını yeterince düşünememiştim. Bana kızmakta haklıydı. Evlenmemizi ilk kendisi söylemiş olsa da, bu şekilde açığa çıkması çok yakışıksız olmuştu. Aziz'le aralarındaki ufak tartışma da cabasıydı.
Her ne kadar endişeler içimi kemirse de dindirecek imkanı hiç bulamamıştım; çünkü iki gündür onu konağın hiçbir yerinde göremiyordum. Tuhaf olanıysa, ikizlere de hiç denk gelmememdi. Sanki hepsi sırra kadem basmıştı. Tedirgin hissettiren bir eksiklikti.
İkinci günün akşamında yine kızlarla salonda oturmuş, gülüşürken kapının açılmasıyla konuşmamız bölündü. Elindeki örgü malzemeleriyle içeriye giren Meral abla, iki gün önce yaşananlardan sonra ilk defa bu kadar erken bir saatte müştemilata dönmüştü. Bize yansıtmamaya çalışsa da konakta hâlâ ufak krizlerin yaşandığı belliydi; gece geç saatlere kadar orada duruyor, sonra aniden yorgun argın bir hâlde beliriyordu.
Ama bugün öyle değildi, beklenilenden erken gelmişti. Her zaman oturduğu tekli koltuğa yerleşerek sessizce elindeki atkıyı örmeye koyuldu. Sude'nin ona seslenmesiyle, henüz yeni kavuştuğu huzurunu da yitirmişti. Hoşnutsuzca kızına baktı.
"Anne artık yarın alışverişe çıkabilir miyiz? İki gündür bekliyoruz." Eliyle beni göstererek abartılı bir acımayla sözüne devam etti. "Bu kız birkaç güne evlenecek ama ne çeyizi var ortalıkta, ne de damadı. Sanki evlenen kendisi değil."
Söyledikleri tadımı kaçırmıştı ama yine de belli etmemeye çalıştım. Merih'in tüm bu evlilik mevzusu üzerine ortalıktan kaybolması, bir günden sonra biraz can yakıcı olmaya başlamıştı. Üstelik evliliğin gerçekliğini de sorgulatacak bir yokluktu.
"Ortalık yatışmadan koşa koşa çeyiz alışverişine mi gideceksiniz?" Meral abla küçümseyici bir edayla kızına baktı. Şişleri hızlıca birbirine geçiren ellerinde, yılların deneyimi saklıydı. "Biraz sakinleşmesi gerekiyor konağın, birkaç gün daha sabredin. Ortalık iyice durulsun, Tan Bey şu evliliği bir sindirsin," Yerdeki mavi yumağı çekiştirerek kendisine ip aldı. "Ondan sonra Merih'le konuşurum, sizi götürür."
Telaşlı bir hevesle, "Merih'ten hiç haberin var mı, Meral abla?" diye sorma gafletinde bulundum.
Aylin hayretle gözlerini belertti. "Senin haberin yok mu kendi kocandan?"
Kırdığım potu fark ederek, çabucak toparlamaya çalıştım. Hâlâ koca lafını tam olarak hazmedememiştim; birisinden duymak tüylerimi ürpertiyordu. "Bugün pek haber alamadım, yoğun herhalde ondan."
"Ben de bilmiyorum," demişti, Meral abla. Birbirine sürtünen şişlerin gürültüsü odayı doldurmuştu. "Dünden beri hiç görmedim."
Yani dün görmüştü. Nerede görmüştü peki?
Ama daha fazla eşeleyecek cesaretim kalmamıştı, bu yüzden susup arkama yaslandım. Kızların tekrar sohbete daldığı ve gülüştüğü bir esnada birden kapı zili yükselerek, herkesi susturdu. Bu saatte gelen bir ziyaretçi pek hayra alamet değildi. Meral abla çabucak örgüyü şişlerle birlikte kenara bıraktı, salondan ayrıldı.
Kapının açıldığını, birtakım kısık konuşmaların yükseldiğini duyduk. Sude merakla oturduğu yerden kapıya doğru eğildi; kızların da hepsi kulak kesilmişti. "Bu saatte kim gelmiş olabilir ki?"
Tam bu esnada Merih'in gür sesi salonun aralık kapısından içeriye sızdı ve beni utançtan oturduğum koltuğa sindirdi. "İzninle güzel karımı bir süreliğine sizden kaçıracağım, Meral sultan."
Tepeden tırnağa kızardığımı hissettim; geldiğine heyecanlanamamıştım bile. Kızların arasında arsız bir yaygara kopmuştu. Ece resmen kurt gibi uluyordu. Sude yanıma koşarak koltuğun tepesine çıkmış, zıplamaya başlamıştı. Aylin arsız laflar ederek kolumu çekiştiriyordu. Uzun bir süre dillerinden kurtulamayacaktım, anlaşılmıştı.
"Ne kuduruyorsunuz ya?" diye fısıldadım öfkeyle.
Kimsenin beni duyduğu yoktu. Aylin kıpır kıpır bir hâlde fısıldadı. "Güzel karım mı dedi o?"
Sude neşeyle kıkırdadı. "Kaçıracakmış bir de, Merih abime bak sen!"
Ece omzuma vurdu. "Kocan olay çıktı kız!"
Birden aralık kapıda beliren Meral ablanın gözleri, dosdoğru beni buldu. Kızlarınkinden farksız bir ima yeşermişti gözlerinde; ki bu beni daha da utandırmıştı. "Demre'ciğim, çok geç olmadan geri gel lütfen. Sadece bir saatin var."
Kızların arasında öyle bir heyecan furyası kopmuştu ki, Meral abla konuşulanları duyduğumuzu anlamıştı. Çünkü bana açıklama yapma gereksinimi dahi duymamıştı.
Utana sıkıla oturduğum yerden kalkarak, büzüşmüş bir hâlde kapıya yürüdüm. Sanki attığım her adım, kalbime vurulan bir darbeydi. Kendime şaşacak denli heyecanlanmış, gerilmiştim.
Yalnızca iki gün geçmişti onu görmeyeli; ama yine iki uzun yılın hissiyatından farksızdı.
Tek kolunu kapının eşiğine yaslamış, hafifçe içeriye doğru eğilmiş bir hâlde bulmuştum onu. Arkasındaki tüm kadife geceyi savuşturan parlak bir dolunaydan farksızdı. Baştan aşağıya koyu bir griye kuşanmıştı; üstünde yalnızca boğazlı bir kazak vardı. Saçak saçak görünen saçları, alnına dökülmüştü. Yüzünün yarısı gölgede kalmıştı; kör gözü görünmüyordu.
Yine canımı sıkacak kadar yakışıklıydı.
Beni görünce kımıldanan dudakları tatlı bir tebessümle şekillenmişti. Kızgın olduğuna inanmışken bu içten gülümsemeyle karşılanmak, sırtımdan bir yük alıp yere indirmişti resmen.
Nabzımın kulaklarımda attığını hissederek, huzursuzca yanına yaklaştım. Hâlâ arkamdan gelen Meral ablanın varlığı, utancımı diri tutabilmek için çabalıyordu resmen. Bu kadar kesintisizce bakmak zorunda mıydı bize? Ben ayakkabılarımı giyerken, Merih geriye çekilmiş; Meral abla da kapıya yaslanmıştı.
Doğrulduğum esnada gözlerimiz kesişti. Başını hafifçe eğerek, ihtiyatlı bir tavır kuşandı. "Bir saat sonra seni burada görmek istiyorum."
Ellerimi önümde kavuşturarak hızlıca başımı salladım. "Tamam merak etme sen, Meral abla."
"Gevşe biraz Meral sultan," Merih elini sırtıma koyarak beni patikaya doğru itekleyince Meral ablaya kaçamak bakışlar fırlattım. Kendimi bir saygısızlık yapıyormuş gibi hissetmiştim. Ama benim aksime, Merih çok cüretkardı. "Yahu karımla gece yürüyüşüne de mi çıkamayacağız biz?"
Meral abla kurnaz bir tonla arkamızdan seslendi. "Bir saat fazla oldu o zaman, yarım saat yeter size o hâlde yürümek için?"
Merih sırtımdaki baskıyı arttırarak adımlarımı hızlandırırken, arkasına dahi bakmadan elini havaya kaldırdı. Aynı işgüzarlıkla gülerek, "İkisini toplayalım madem. Bir buçuk saat sonra görüşürüz, hadi eyvallah." dedi.
Meral ablanın arkamızdan bağırdığını duydum ancak çoktan köşeyi dönmüştük; ne dediğini anlayamayacak bir mesafe varmıştık.
Gergin gergin karanlık bahçede gözlerimi gezdirerek etrafı kolaçan ettim. Herkese evliliğimizi duyurmuş olsak da kendimi yasak bir şey yapıyormuş gibi hissetmekten alıkoyamıyordum. Hâlâ bu gerçeği kanıksayamamıştım.
Civarda bizden başka kimsenin bulunmadığına ikna olunca, sonunda hışımla ona döndüm. "Ya nereden çıktı şimdi bu laflar? Güzel karım demeler falan, beni herkesin içinde utandırıyorsun..."
Ama daha fazla sitem edememiştim; yüzündeki morluğu fark edince dilime kadar varan tüm sözler dağılıp gitmişti. Yaşadığım şaşkınlıkla durunca, o da durmak zorunda kaldı. "Merih yüzünün hâli ne böyle? Kim yaptı bunu?"
Önüne geçerek, kör gözündeki morluğu daha iyi görmeye çalıştım. Ama bana incelemem için müsaade etmedi; geçiştirir gibi yürüyerek yanımdan geçti. Elini tekrar sırtıma koymuş, beni de tökezleterek peşinden sürüklemişti. "Önemli değil, olur böyle şeyler."
"Olur mu böyle şeyler?" diyerek, hırçın bir şekilde yadırgadım bu sözleri. Tekrar koluna asılmış, binbir zorlukla durdurmuştum. "Beklesene bir dakika ya, nasıl oldu bu? Kim yaptı sana bunu?"
Sertçe nefesini verince göğsündeki şişlik söndü. "Ufak bir atışma yaşadım sadece, önemli değil."
Sinirli sinirli suratına bakarak kaşlarımı çattım. Her şeyi benden gizlemesi artık çok canımı sıkmaya başlamıştı. İçimde pataklama arzusu kabartıyordu. Aynı durumda ben olsaydım, bir şekilde ağzımdan laf almayı becerirdi; ama aynısını benim yapmama hiç olanak tanımıyordu.
Asi bir tavırla dudaklarımı büzdüm. "Ne ya bu böyle? Ben durmadan serseri gibi dayak yiyen bir adamla mı evleneceğim?"
Birden gülünce, gözlerinin içinde yıldızlar kaydı. "Her seferinde senin için yiyorum o dayakları ama neyse, kafanı yorma sen bu tatsız şeylere güzel karım."
"Ne demek benim için dayak yiyorsun? Anlayamadım, nereden çıktı şimdi bu?" Resmen beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Israrla söylediği lafı eşelemeye çalışsam da gülümseyerek beni tekrar yokuş aşağıya yürütmeye başlamıştı. "Hem nereden çıktı şu güzel karım lafı? Meral ablanın yanında bile söylüyorsun, utançtan yerin dibine sokuyorsun beni. Zaten senin yüzünden iki gündür kızların dilinden kurtulamadım."
Haylaz bir çocuk gibi umursamazca omuzlarını silkti. "Herkesi inandırmamız gerekiyor sonuçta. Hem hoşuma gidiyor, gerisi beni ilgilendirmez."
Yoğun bir alayla güldüm. "Hoşuna gidiyor demek? Sen resmen dünden razıymışsın biriyle evlenmeye Merih efendi, hiç de belli etmiyordun. Umulmadık taş baş yararmış diye boşuna dememişler işte."
Artık evinin önüne varmıştık. Cebinden çıkardığı anahtarı kilide sokarken, omzunun üstünden gülerek bana baktı. "Taş gibi olduğumu söylemek için lafı bu kadar dolandırmana gerek yoktu. Gevşe biraz, ne de olsa karımsın artık."
Yüzümü ekşiterek ona ters bir bakış attım. Şimdiden gevşemişti ağzı bunun. Açtığı kapıyı geriye itekleyerek kenara çekildi, centilmen bir edayla elini kaldırarak girmemi bekledi. Loş bir ışığın dolandığı koridoru endişeyle süzerek, ona döndüm. "Oğuz evde mi? Hiç karşılaşmak istemiyorum onunla."
Dudaklarındaki gülümseme soldu ama tamamen gitmedi. Anlayışla başını sallamıştı. "Merak etme kimse yok evde."
Ayakkabılarımı çıkararak içeriye girince, o da peşimden geldi. Kapıyı arkamızdan örterken sözüne devam etmişti. "Ama her an ikizlerden biri gelebilir, onları kestiremiyorum."
Pınar'la aramda her ne kadar soğuk rüzgarlar esiyor olsa da ikizlerin varlığı beni rahatsız etmiyordu. Evlilik mevzusunu duymamış olmamaları imkansızdı. Çınar'ın vereceği tepkiyi pek kestiremiyordum fakat Pınar'ın gazabını şimdiden ensemde hissedebiliyordum.
Yine kıyameti koparacaktı.
Salona girerek koltuklardan birine oturdum. "Sahi onlar nerede? Birdenbire hepiniz ortadan kayboldunuz," Omuzumun üstünden ona baktım. Elindeki anahtarı kenara fırlatarak yanıma yaklaştı. "Bazen böyle ortadan kayboluyorsun ya, ne işler çevirdiğini çok merak ediyorum."
Gülümseyerek kendisini yanıma bırakınca dizi dizime çarptı; koltuk ağırlığı altında sarsılmıştı. Sebep olduğu rüzgar, tanıdık kokusuyla harmanlanmıştı. Birden yüzünü bana yaklaştırdı. "Güzel karım beni mi merak ediyormuş?"
Hoşnutsuz gözükmek için çabalayarak arkama yaslandım, ondan uzaklaştım. Ne zaman onun bu gizemini soymaya kalkışsam, her seferinde çapkın bir muziplikle dikkatimi dağıtmaya çalışıyordu. Artık çözmüştüm taktiğini. Ama böyle olmazdı. Eğer aramıza sınırı baştan çizmezsek, evlilik boyunca aşılmaya çok müsait olacaktı; öyle ki ikimiz bile bu sınırı geçtiğimizi fark edemeyecektik.
Emrivaki bir şekilde onu bu evliliğe sürüklediğimi hatırlayınca, mahcubiyetimi dile getirmeye karar verdim. Her ne kadar o hiç kızgın gözükmese de benim içime dert olmuştu. "Merih, o gün sana hiç danışmadan evlendiğimizi söylediğim için özür dilerim. Seni zor bir duruma soktum. Aslında bana kızacağını zannetmiştim."
O da arkasını yaslandı; kasten bana doğru yanaşmış, omzunu benimkine yaslamıştı. Ağırlığı altında yamulsam da, içimde daha fazla uzaklaşma isteği bulamadığım için yerimden kımıldamadım. "Ben sana kızamam ki. Ama beni dumura uğratmadın desem yalan olur tabii," Gülerek bana doğru eğildi, alnını başıma yaslayarak haylaz bir tavırla hafifçe itekledi. Ben de gülerek başımı çektim. Ama bu sefer fazla uzaklaşmamıştı; artık daha yakınımdaydı. "Ne demiştin o gün, tekrar söyle bakayım. Merih Karahan benim kocam mı oluyor demiştin?"
"Gerginlikten hiç hatırlamıyorum ki ne dediğimi," Yalan söylediğimin farkındaymış gibi, gülümsemesi genişledi. Bozuntuya vermeyerek, devam ettim. "Öyle mi demişim? Neyse iyi demişim, en azından ikna edebildim herkesi."
Kolunu kaldırarak başımın üstünden geçirdi, koltuğun sırtına yaslayarak tüm bedeniyle bana döndü. Artık dosdoğru suratıma bakıyordu. "Ben sana söyleyeyim neler dediğini. Merih Karahan benim kocam oluyor. Cümlenize baştan yanlış girdiniz, doğrusu Demre Karahan olacaktı."
Önüme dönerek gözlerimi kaçırdım. Dilinden kurtulmam mümkün değildi artık, anlamıştım. Bozguna uğramış bir sessizlik kuşandığımı görünce güldü. Birden uzanarak nazikçe saçımı arkaya doğru itekledi, kulağımın arkasına kıstırdı; sanki beni görmesine mâni olan önündeki tüm engelleri kaldırma peşindeydi.
Ama sonra birden muzipliği yoktu, ciddileşti.
"Bu arada bizim şu nikah işini bir an önce halletmemiz lazım, herkese evlendiğimizi söyledik. Hâlâ aramızda resmi nikah olmadığı ortaya çıkmamalı. Ben işlemleri başlatırım, belgeleri de hemen toplarız. Ama her şeyden önce," Başımı sallayarak sessizce onayladım; pür dikkat onu dinliyordum. Haklıydı, bir an önce bu yalanı gerçekleştirmemiz şarttı. "Her ne kadar anlaşmalı da olsa, evlilik evliliktir. Bu yüzden, benim bu evlilik için rızasını almam gereken birisi var."
Merakla kaşlarımı kaldırdım. "Kim o?"
"Annem." dedi tek nefeste, gergin gergin. "Ama kendisiyle aram pek iyi sayılmaz. Yine de ben kapısına gidip rızasını almak istiyorum. Bana eşlik edersen, çok sevinirim." Gözlerine nükseden hüzün bana da bulaştı. "Gerçek olmasa bile, gelinini tanımasını istiyorum."
Anlayışla gülümseyerek, başımı salladım. "Eşlik ederim tabii ki iyi düşünmüşsün. Gidelim yanına, belki bu vesileyle aranız düzelir."
"Orası biraz zor." dedi kederli kederli gülerek.
Nedenini sormadım çünkü üzerine dertleşmek istediği bir mesele olmadığı belliydi. Zaten çabuk ardına atmıştı; tekrar bana dönerek konuyu değiştirdi. "Meral çok kızdı mı bu evlilik meselesine?"
"Başta kızdı ama sonra yatıştı." Sadece sevdiğimi söylediğim için yatıştığı gerçeğini ondan sakladım çünkü şüphesiz yine diline düşecektim. Bu kadar detay bilmesine gerek yoktu. "Asıl sen ne yaptın? Aziz'le Tan'ın gözü dönmüş gibiydi. Kötü bir şey oldu mu?"
Gözlerini kaçırarak önüne döndü. "Biraz zor anlar yaşandı tabii ama zamanla kabullenecekler, başka çareleri yok."
Şakağına kadar uzanan gözündeki morluğu inceledikçe kendimi biraz daha kötü hissettim. "Merih?" Dalgın dalgın bana baktı. "Senin için dayak yiyorum derken neyi kastettin? Dalga geçiyordun, değil mi? Lütfen dalga geçiyordum de."
Sessizce gözlerimin içinde gezindi. Sonra şefkatle gülümsedi. "Evet, dalga geçiyordum."
Birden tadım kaçtı. Gözlerimi yumarak sertçe nefesimi üfledim. "Yalan söylüyorsun. İnanamıyorum, önceki yediğin dayağın nedeni de mi bendim yoksa?" Gecenin bir vakti konuşmak için evine geldiğimde karşılaştığım manzarayı hatırlamıştım. Pınar'ın beni içeriye almak istemeyen öfkesi, gözlerimin önüne zuhur etmişti. "Pınar bana o yüzden öyle öfkeliydi demek. Anlamamıştım sebebini hiç o zaman. Gerçi onun hep bir öfkesi var bana karşı."
Ketum sessizliğini duyunca hışımla ona döndüm. Gizemli hâllerini sezmek yine beynime kan sıçratmıştı. "Kim yapıyor ya sana bunu? Ama ben anladım. İlk yediğin dayağın sebebi beni aşağıdan çıkarttığın içindi, değil mi? Bu da," Öfkeyle yüzündeki morluğu gösterdim. "Benimle evlendiğin için. Ama hangi dağ ayısı yapıyor bunları?"
Gözlerinde koyu bir gurur vuku bulmuştu; ama bana karşı duyduğu bu çalımlı duygu beni daha da sinirlendirmekten öteye gidememişti. Böyle tatsız bir gizemi aydınlattığım için gururlanacak değildim.
"Kendisine dağ ayısı dediğini duysaydı," dedi kendi kendine gülerek. "Eminim çok hoşuna giderdi. Sever o böyle acımasız dürüstlükleri."
"Tanıştır o zaman beni bu malum kişiyle." dedim, sinirli sinirli gülümseyerek. Sorularıma yanıtsız bırakması gözümden kaçmamıştı. Ama ne yaparsam yapayım, istemediği takdirde onu konuşturamayacağımı da biliyordum. Bu acınası çaresizlik resmen sabrımı törpülüyordu. "Madem dürüstlüğüm hoşuna gidecek, bir de suratına söyleyeyim dağ ayısı olduğunu."
Gözlerini kıstı, kurnazca sırıttı. "Sen neden bu kadar gerildin şimdi bu mevzuya? Kocanı hırpalıyorlar diye mi kızdın?"
Yandan, ters bir bakış dokundurdum. "Bu morluk kimde olsa aynı tepkiyi verirdim bir kere. Ben şiddetin her türlüsüne karşıyım."
Yalnızca birkaç gün önce boyadığım tablo yüzünden, öldüresiye birbirine saldıran iki kız kardeşi hatırlayınca sustum. Şiddetin âlâsını yaşatmıştım. Resmen tüm aile bağlarını söküp koparmıştım. Kendimde daha fazla bu tutarsız savı savunacak yüzü bulamadım.
"Sen dağ ayılarını bırak da," Tekrar bana sokulunca gözlerimi kaçırarak önüme döndüm. "Hani senin bir sözün vardı," diye mırıldandı, adeta ninni söylercesine. Ne kadar yakınımda olduğunu bildiğimden, dönüp de suratına bakamadım. "Birlike bahçeli bir evde yaşayacaktın seninle. Artık o sözünü tutmamızın vakti gelmedi mi sence de?"
Kalbimin yerinden söküldüğünü hissettim. Henüz onunla aynı evde yaşayacak olmanın gerçekliğiyle yüzleşememişken, bunu ondan duymak tüm zavallı kaygılarımı kamçılamıştı. Artık hep onunla mı yaşayacaktım? Hâlâ aklım kavrayamıyordu bu hakikati.
Ne ara olaylar bu raddeye gelmişti? Sanki kitabevinde beni ziyaret edişi; çizdiğim geyik resimlerini bularak beni apaçık tehdit edişi dün gibi tazeydi. Sanki hiç üstünden geçen zamanla örselenmemişti.
O zamanlar bu cüretkar adamla evleneceğim aklımın ucundan bile geçmezdi.
"Kubi'ye vermiştim ben o sözü, sana değil ama artık mecburum bir nevi." dedim zihnimdeki tüm bağırışları susturarak. Sonra birden günlerdir içimi kemiren fikri artık ona da söylemeye karar verdim. Hafifçe arkaya kaçılarak suratına baktım; biraz uzaklaşmam şarttı, bu kadar yakınken sakince konuşabilmem imkansızdı. "Merih seninle bir konu hakkında konuşmak istiyorum aslında ben. Günlerdir aklımı kurcalayıp duruyor."
Ciddiyetle kulak kesildi. "Dinliyorum karıcığım."
Ne zaman bana bu sıfatla hitap etse kalbimin atışlarıyla oynuyordu ama o bu zulmünün farkında bile değildi. Bozuntuya vermeyerek, sözüme devam ettim. "Evlilik sözleşmesi imzalamak istiyorum."
Kaşları çatıldı. "Ne için karıcığım?"
Bilerek yapıyordu; bilerek her cümlenin sonuna iliştiriyordu şu lafı. "Sonuçta bu normal bir evlilik değil, anlaşmalı bir evlilik. İkimizin de sınırları olmalı. Bunun için de sözleşme imzalamak istiyorum ben, yani sonuçta kendimi güvenceye almam gerek."
"Kocana güvenmiyor musun?" diye sordu, ince bir alayla.
"Erkeklere güvenmiyorum." dedim, aynı ince alayla gülümseyerek. "Kocam da bir erkek olduğuna göre, kendimi güvene almak isterim."
"Tamam," dedi, yenik düşen bir zanlı gibi ellerini iki yana kaldırarak. Suratında abartılı bir teslimiyet belirmişti. "Tamam, hatun nasıl güvende hissedecekse o şekilde yapmak icap eder."
Gülerek gözlerimi devirdim. Ama konunun dağılmasına müsaade etmedim. "Tamam o zaman, ben kendi maddelerimi yazacağım. Sen de kendi maddelerini yaz, sonra da karşılıklı okuyup imzalarız."
Tekrar çatılmıştı kaşları. "Ne gibi maddeler mesela? İzninle öğrenebilir miyiz şu maddeleri, yüce şura?"
"Mesela birinci ve en önemli madde," dedim işaret parmağımı kaldırarak. "Temas yok."
Dudaklarından nefesle karışık şaşkın bir gürültü taştı. "Dalga mı geçiyorsun yavrum?"
Kollarımı kendime sararak omzumu silktim. İtiraz kabul etmeyen bir sesle, "Hayır, niye dalga geçeyim ki?" dedim. Böyle bir kısıtlamanın olmayacağına inanması bile beni sinirlendirmeye yetmişti. En nihayetinde bu gerçek bir evlilik değildi. Gerçekten temas olacağını mı düşünmüştü?
"Temas çok genel bir terim," dediğinde, kaşlarımı çattım. Lafı nereye bağlayacağını düşünürken, suratına yadırgamayla dolu bakışlar fırlatıyordum. Yine başlamıştı laf cambazlıklarına. "Daha spesifik olman gerekiyor. Hem bu adam laftan anlamaz, icraattan anlar."
"Nesini anlamadın? Gayet açık konuşuyorum..." diyerek çemkirmeye hazırlandım fakat devam edemedim.
Birden elimi tutarak nazikçe çevirdi, parmaklarını yavaşça parmaklarımın arasına geçirerek kavradı. Kışkırtır gibi, hafifçe sıktı. "Mesela bu temastan sayılır mı?"
Sanki aynı anda kalbime de uzanmış, atışlarını yavaşlatırcasına sıkmıştı. İçimde bir şeylerin kımıldandığını sezdim. Elimi çekmesem de, onun kadar sahiplenici bir güçle kavramadım. Gözlerine bakmaktan kaçınarak, sadece, "Evet, sayılır." dedim.
Arkamdaki elinin saçlarıma sürtündüğünü hissettim; omzumdan inen tutamı nazikçe geriye itekleyerek boynumu açığa çıkarmıştı. Üzerime eğilerek dudaklarını usulca yanağıma bastırdı; ama sanki tenime değil de ruhuma yapmıştı bu ufak dokunuşu. Resmen beni almış, bambaşka bir evrene sürüklemişti.
Hafifçe geriye çekilerek kulağıma doğru fısıldadı. "Peki bu sayılır mı?"
Kaskatı kesilmiştim, kımıldayamıyordum. Güçlü parmakları sanki elime değil, enseme asılmıştı; beni olduğum yere sindirmişti. Binbir zorlukla, sonunda fısıldayabildim. "Sayılır."
Tenime darbe bırakan sıcak nefesi boynuma doğru inince vücudumdaki tüm yaşam belirtilerinin durduğunu zannettim, korktum. Yumuşak dudakları şah damarımın üstüne kapandığında, içimde kıvranan ruhla birlikte ürperdim.
Yalnızca birkaç santim uzaklaştı. "Peki bu sayılır mı?"
Tenime çarpan sıcak kelimelerden huylanarak sonunda bedenime kavuşabildim ve hızlıca arkaya çekildim; istemsizce gıdıklanmış, kıkırdamıştım. Ama bana bunu yaptığı için de öte yandan sinirlenmiştim. Değişen ruh hâlimle öyle bir eğleniyordu ki resmen duygularımı kukla gibi elinde oynatıyordu. "Sayılır, hepsi sayılır Merih. Neyini anlamıyorsun?"
"Bunları saymayalım be yavrum." Bir karış ötemden gülümseyerek bana baktı. Sesimdeki öfke umrunda bile değildi; istediği zaman ustalıkla sağır kalabiliyordu.
Sonra birden iki elle belimi sıkıca kavrayarak beni oturduğum yerden kaldırdı. Korkutucu bir güçle kendisine çekerek, zahmetsizce kucağına oturttu. Telaşla omuzlarına tutundum. "Mesela bunu da saymayalım, olmaz mı karıcığım? Hiç mi şans yok?"
Gözlerimi belerterek bir karış ötemde sırıtan suratına bakakaldım. Öfkeyle göğsüne vurarak, belimdeki ellere uzandım; parmaklarını gevşetmeye çalıştım. "Merih ne yapıyorsun ya? Biz daha evlenmeden sen böyleysen, ben şimdiden korkmaya başlıyorum."
Gülünce geniş göğsünde bir hareketlenme oldu. "Korkmadan yavrum, korkmadan."
Öyle bir haylazlık sinmişti ki üstüne, kendimi tutamayarak ben de güldüm. Elleri o kadar da sıkı kavramıyordu belimi artık; kurtulması çok da zor değildi ama ben yine de iteklemekten öteye gitmiyordum. Bir süre sonra, kucağında oturduğum gerçeğini bile unutmuştum. Ben itekledikçe o tekrar hınzırca belimi kavramayı sürdürdü; resmen bir inat kavgasına evrilmişti bu ufak atışma.
Birden karnımı sıkınca huylanarak güldüm. Öne doğru büküldüm, elinden kurtulmaya çalıştım. Nefes nefese kalarak, sinirle bağırmıştım ama bu tepkim onu sadece güldürmüştü. "Gıdıklamasana, sen hep böyle hile yapıyorsun!"
Elinden sıyrılmama müsaade etmemişti; inatla gıdıklamaya devam ediyordu. Tam bu esnada salonun kapısı açılınca ikimiz de şaşırarak duraksadık; gülmekten soluk soluğa kalarak yorgun argın arkama yaslanınca, Merih'in göğsüne devrildim. Onun da solukları tükenmişti.
Eşikte dikilen ikizleri görünce kalbim korkuyla tekledi. Dudaklarımdaki gülümseme eriyerek yok oldu.
Panikleyerek kucağından kalktım, sendeleyerek kendimi ondan uzaklaştırdım. Dengemi bulmam biraz zor olmuştu. Nasıl geldiklerini hiç duyamamıştık? Böyle bir rezillik yaşandığına inanamıyordum. Utançla üstümü başımı düzelterek, soluklarımı yatıştırmaya çalıştım.
Çınar pişkin pişkin sırıttı. "Siz hiç rahatsız olmayın, buyurun devam edin, biz geçerken bir uğradık sadece."
"Ne oluyor burada?" Pınar ikimiz arasında gezdirdiği gözlerini, en sonunda bende sabitledi. Resmen içlerinden alevler saçıyordu.
Merih'e kaçamak bir bakış attım; ben üstümü başımı düzeltmek için ayağa kalkarken o istifini bile bozmamıştı. Kolunu tekrar koltuğun sırtına yaslamış, sanki uygunsuz bir samimiyette basılmamış gibi oturduğu yere iyice yayılmıştı.
"Bir şey olmuyor, oturuyoruz sadece." derken bile, sesinde oturuşundaki rahatlıktan vardı.
Pınar eşikten içeriye girerek, bize huysuz bir bakış dokundurdu. "Birbirinizin üstünde mi?"
Merih'in hoşuna gitmişti bu saldırı; arsızca gülmüştü. Çınar kasvetine katlanamayarak kardeşini solladı, kendisini Merih'in yanına bıraktı. Elini ona doğru atmış, ensesindeki saçları okşamıştı. "Nasılsın yavrum?"
Merih de elini onun ensesine atarak, hafifçe sıktı. "İyidir yavrum benim, sen?"
Aralarındaki romantizm beni güldürdü; koltuğun koluna yaklaşarak, oturdum. İkisi de öylesine tasasızdı ki, Pınar'ın öfkesini hor görmekten farksızdı bu. Çınar sanki bizi üst üste basmamış gibi tasasızdı; kardeşinin yanında kendi sakinliği çok tezattı.
"Nereden çıktı şimdi bu sıçtığımın evliliği ya? Hâlâ aşamadım ben, bir de sizdeki rahatlığa bak." Pınar günlerdir hazmedemediği meseleyi öfkeyle dile getirince odadaki tüm gerginlik arşa çıktı. Merih ona agresif bir bakış bahşederken, ben tepkisiz kaldım. "Bakma bana öyle ters ters Merih. Kafayı sıyıracağım ben. Ne alaka bu evlilik yani ne alaka? Her şey bitti, bu mu kaldı?"
"Pınar bir şeyi de uzatma." Çınar, ilk defa ondan duyduğum koyu bir sesle kardeşini dindirmeye çalıştı.
"İstediğim kadar uzatırım, sen karışma." Elini kabaca ona savurarak yüzünü buruşturmuştu. Artık yalnızca Merih'e bakıyordu. "Yediğin dayaklar seni akıllandırmadı galiba? Daha ne kadar burnunun dikine gideceksin? Hepimizi tehlikeye atıyorsun."
Hepimizi derken kimleri kastediyordu?
"Pınar!" Adını bağıran kardeşine aşağılayıcı bir bakış atan kadın, umursamazca Merih'e geri döndü. Tepki verecek kadar bile kâle almamıştı. Ama Merih'te de farklı bir duyguyla karşılaşamamıştı; zira o da gitgide kızışmaya başlamıştı.
"Bu mesele dün konuşuldu ve kapandı." Öne doğru kaykılarak dizlerine yaslanan Merih, dosdoğru Pınar'ın gözlerine baktı. Sesinde ikazdan başka hiçbir şey yoktu. "Tekrar konuşmanın anlamı yok. Kapat meseleyi."
Ama kadın onu duymuyordu. Birden saldırgan bir tavırla bana dönmüştü. "Niye evlilik yalanın attın durduk yere ortaya? Sırf kendi kıçını kurtarmak için onu da böyle bir durumun içine sürükledin."
Kanımın ısındığını sezdim. "Sana bir açıklama yapmak zorunda değilim. Merih'le benim aramda olan bir mesele bu, seni hiç alakadar etmez."
Merih'in sinirli bir şekilde isimlerimizi söyleyerek araya girmeye kalkıştığını duyar gibi oldum; ama gözlerimi karşımdaki kadından ayıramadım. Ondan başka kimseyi duyamıyordum.
Aşağılayıcı bir tonla suratıma çemkirmişti. "Senin bencilliğin ve aptallığın başkalarının hayatını etkiliyor. Aç gözlerini de etrafına bak. Dünya senin etrafında dönmüyor prenses!"
Tüm medeniyetimi yitirdim. "Bana bak kızıl sıçan, sana buradan bir çarparım bir de yer çarpar. Evleniyoruz diye sana hesap verecek değiliz, Pınar hazretleri."
Hiddetle üzerime doğru geldi. "Adama zorla nikah kıydırıyorsun bir de kalkmış evleniyoruz mu diyorsun utanmaz kız? Sıçan kimmiş gösteririm ben sana!"
"Pınar yeter!" Merih hışımla ayağa kalkarak aramıza girdi. "Evlenme teklifini ben ettim Demre'ye. Kimsenin bana zorla nikah kıydırdığı falan yok, saçma sapan konuşma."
"Sen mi ettin?" Resmen tokat yemişti kadın bu sözlerle.
"Evet ben ettim. Bitti, bu kadar basit." Ellerini hışımla birbirine vurarak iki yana açtı. Birisine hesap vermekten bıkmış kimse gibi duruyordu. "Yeter artık, bırak şu tuhaf kıskançlıkları. Kaç yaşına gelmiş kadınsın, bırak." Biraz sert çıkıştığını fark eden Merih, sertçe nefesini üfleyerek çabucak öfkesini yatıştırdı. Pınar'a ne kadar değer verdiğini anlamak çok da zor değildi. Onu kırdığı için kendisine kızmıştı, belliydi. "Lütfen Pınar'ım, rica ediyorum senden, böyle davranarak aramızdaki ilişkiyi zedeleme."
Pınar'ım mı demişti o?
Pınar hızla nemlenen gözlerini kaçırdı. Ellerini beline koyarak başını hafifçe geriye yatırdı. Gözlerini tavanda gezdirdiği süre boyunca, hiç konuşmamıştı. Yutmaya dayattıkları sözleri, sindirmeye çabalıyor gibiydi.
Gitgide derinleşen sessizliğin içinde ayağa kalkarak, "Ben artık gitsem iyi olur." dedim. Yanlarında olduğum için rahatça konuşamadıkları belliydi. Zaten bu kadının hezeyanlı tepkilerine daha fazla tahammül edecek sabrım da kalmamıştı.
Çınar birden bana seslendi; tartışmanın onu hiç etkilemediği belliydi. Hâlâ yayvan bir şekilde koltuktaydı. Belli ki ağzına yine naneli sakızını atmıştı, keyifli keyifli çiğniyordu. "Nereye gidiyorsun yenge, daha oturuyorduk ya?"
Pınar ağzının içinde küfreder gibi lafları çiğnedi. "Yengene de sana da..."
Çınar'a sitemli bir bakış attım. Merih'in aynısıydı resmen şu muzip tavırları. Bir tanesi yetmemiş gibi, artık bir tane daha vardı. Ama yine de bozuntuya vermedim. "Bir saatlik izin almıştım, gitsem iyi olur. Meral abla kızar şimdi."
Merih gitmeye hazırlandığımı görünce ayaklandı. Kapıya kadar bana eşlik etmek için arkamdan gelmeye başlamıştı.
Pınar'ın yanından geçerken birden şeytanın dürtmesiyle duraksadım. Ben dönünce, o da tek kaşını kaldırarak bana döndü. İçtenlikle gülümseyerek omzuna sıvazladım. "Düğünüme bekliyorum, Pınar abla."
Suratıma sövecek gibi gözüktü; hiç beklemeden arkamı dönerek salondan çıktım. Arkamdan gelen Merih'in kısık bir şekilde güldüğünü duymuştum. Kapıya doğru yürüdüm.
Çınar'ın sesi koridora taştı birden. "Yenge vurdu gol oldu."
Merih sırıtarak dış kapıyı açtı, beni uğurlamak için eşiğe yaslanarak bekledi. Ayakkabılarımı giydikten sonra ona döndüm, karanlığın içinde iki yıldız misali parlayan gözlerine baktım. "Konuştuğumuz gibi bir an önce şu nikah işini halledelim. Başımıza dert olmasın sonra."
"Yarın için hazırla kendini." dedi, hiç düşünmeden. "Gidelim de bir an önce bitirelim şu işi. Ben de karıma kavuşayım artık."
Gözlerimi devirerek arkamı döndüm hızlı hızlı yokuş yukarıya yürümeye başladım. Güldüğünü duysam da dönüp bakmadım. Müştemilata vardığımda dudaklarımdaki gülümsemenin farkında bile değildim. Karnımdaki sıcak his, Pınar'la yaşadığımız ufak tartışmanın gerginliğini bile defedebilmişti.
Zili çaldıktan saniyeler sonra Meral abla kapıyı açmıştı. Kolundaki saate dokundurduğu gözleri bana kaydı. Dudaklarında memnun bir gülümseme vardı. "İşte benim kızım."
Gülümseyerek içeriye girdim. Kızlar anında salondan çıkarak yanımıza üşüştü; hepsinin ağzından farklı bir soru çıkıyor, birbirile harmanlanarak tepemizde rahatsız edici bir uğultu doğuruyordu.
"Ay sessiz olun, bu ne böyle?" Meral abla yüzünü buruşturarak hızlıca yanımızdan ayrıldı. Uzaklaşırken bile söylenmeye devam ediyordu.
"Neden çağırmış kocan seni?" Ece sırıtarak cilveli bir tavırla koluma vurdu. Dört tarafımdan üzerime çullanan merakla boğulduğumu hissettim.
Sinem merdivenlerden iniyordu. Kızlara tepeden kınayıcı bir bakış attı. "Yine tepesine mi tünediniz kızın? Rahat bırakın bir ya!"
Onu görünce birden zihnimde cezbedici bir fikir dirildi. Günlerdir içimi kemiren meseleyi ona açmak hiç olmadığı kadar mantıklı gelmişti. Gitgide çığırından çıkıyordu her şey; bir an önce bu meselenin hallolması gerekiyordu.
Henüz son basamağa varmışken uzanarak kolundan tuttum, peşimden sürükleyerek odama yürümeye başladım. "Sinem'le bir şey konuşmam gerek kızlar, sorularınızı sonra yanıtlarım."
Arkamda bıraktığım hoşnutsuz suratları umursamadan odama girdim, Sinem'i de çekiştirdim. Telaşımla şaşırarak, karşı koymadan sessizce içeriye süzüldü. Kapıyı örteceğim sırada üzerine binen ağırlıkla duraksadım.
Sude dar aralıktan içeriye sıvışmaya çalışıyordu. "Ne konuşacaksınız ya? Beni de alın aranıza."
Ağırlığımı kapıya vererek açmasına mâni oldum. Düzmece bir içtenlikle gülümsedim. "Özel bir mesele, müsaadenle."
Birdenbire asılan suratına kapıyı yavaşça örterek, Sinem'e döndüm. Odanın tam ortasındaydı, kaşlarını çatmıştı. Çıplak bir merakla bana bakıyordu. "Kötü bir şey mi oldu?"
Sıkkın bir tavırla nefesimi üfledim. Tam karşısına geçerken, "Sana güvenebilir miyim?" diye sordum.
Dudaklarını büzdü. "Burada olduğuma göre, zaten çoktan güvenmişsin."
Hak vererek geriye çekildim, yatağa doğru yürüyerek kendimi üstüne attım. Bu korkunç meseleyle tek başıma mücadele edemeyeceğimi anlamıştım. Kızların böyle bir durumda koşulsuz şartsız bana yardım edeceğini biliyordum; ancak yayılması riskini göze alamadığımdan hiçbirine söyleyemiyordum.
Sinem içlerinde güvenebildiğim tek kişiydi. En nihayetinde birlikte bir ölümü örtbas etmiştik. Resmen birlikte bir mezar kazmış, o gece yaşananları da içine gömmüştük.
"Ne oldu yahu? Söyle hadi, canını sıkan ne?" Yanıma gelerek oturdu, elini belime koyarak destek olurcasına sıktı.
Kısa bir an koyu gözlerine baktım. Sonra hemen önümüzdeki komodine uzanarak çekmeceyi açtım, içinden çıkardığım ufak hafıza kartını alarak geri doğruldum. Sanki tonlarca ağırlıkta bir yük taşıyordum elimde. Şimdiden bu sorumlulukta ezildiğimi hissedebiliyordum.
"Bu ne?" Eğilerek daha iyi görmeye uğraştı.
Elini tutarak yukarıya çevirdim, kartı avucunun içine bıraktım. Gözlerimiz birbirine kenetlenince hafifçe belerttim. "Kimsenin bundan haberi olmaması lazım, Sinem. Söz ver bana, kimse bilmeyecek. Yoksa bu sefer ikimiz de ölürüz."
Gitgide ehemmiyetini kavrayarak kaygılanıyordu. "Tamam söz, merak etme kimse bilmez. İlk kez ikimizi de öldürebilecek bir sır paylaşmıyoruz sonuçta."
Tüm bu gerginliğe rağmen tebessüm ettiğini görünce ben de gülümsedim. Yaptığı imanın buruk bir yanı vardı, kendisi de farkındaydı. Ama her nasılsa, benden çok daha dirayetliydi.
Cesaretimi toplayarak anlatmaya başladım. "Öyleyse şimdi beni iyi dinle..."
Birden kapı sertçe açılınca ikimiz de irkildik. Düstursuz bir tavırla içeriye dalan Sude neredeyse yalvararak yanımıza varmıştı. "Allah aşkına bana da anlatın, ne konuşuyorsunuz? Söz, kimseye söylemem."
Konuşmamıza müsaade bile etmeyen bir telaş rüzgarı estirerek önümüzde dikildi. Sinem'in elindeki ufak hafıza kartını görünce kaşları çatılmıştı. Merakla uzanarak almaya yeltendi.
Birden içimde bir volkan patladı. Kanıma karışan lavlar beni kendimden bile korkuttu.
Aniden kendimi aylar önceki korkunç geceye sürüklenirken buldum. Sanki yine mahzendeydim, yine doldurulmuş geyiklerle dolu bir odadaydım. Yine arkadaşlarımın katledilişini seyrediyordum. Yine çaresizce kıvranıyordum. Bana babasının günâhlarını savunuşunu dinliyordum. Sanki yine, karşımdaki kızın ihanetine tanık oluyordum.
Babasının kızı. Damarlarındaki babasının kanı.
Ansızın ayağa fırlayarak, henüz hafıza kartına dokunamadan sertçe yakasına asıldım. Tüm gücümle geriye itekleyerek sırtını dolaba çarptım. Odayı inleten bir gümbürtü koptu; boylu boyunca yaslandığı dolap tekinsizce altında sarsıldı. Kimsenin yerinden kımıldayamadığı bir hazinlik oldu.
Gözleri büyük bir yılgıyla irileşmişti; hiç kırpılmaksızın, suratıma bakıyordu.
"Dün gece rüyamda ne gördüm biliyor musun, Sude?" Elimi sıkarak yakasını yumruğumun içinde ezdim. Ağırlığımı boğazına bastırınca başını geriye atarak dolaba yaslamak zorunda kaldı. Konuşamamıştı; nefesleri kelimeleri taşıyamayacak kadar sığdı. "Bir adamın teki gelip Dilara, Aslı ve Buket'i gözümüzün önünde acımasızca öldürüyordu. Ben de sana adamı gösterip katil işte bu diyordum ama ne yaparsam yapayım seni ikna edemiyordum. Tabii burada da bitmiyor. Sonra sen o katille birlik olup hadsizce suçu bana atıyordun. Sizin yüzünüzden ben aylarca hapis yatıyordum, işkence görüyordum. En sonunda da pişman oluyordun, köpek gibi ayaklarıma kapanarak benden af diliyordun. Ne kadar değişik bir rüya, değil mi? Ama o kadar gerçekçiydi ki..." Elimi çekerek yakasını bıraktım, gülümseyerek sertçe düzelttim. "Hâlâ rüya olduğuna inanmakta zorlanıyorum. Umarım hep rüya olarak kalır."
Geriye çekilerek korkudan dolmuş gözlerine baktım. Sessizliğin derinleşmesine müsaade etmeden, neşeyle gülerek, "Sen birden böyle hadsizce içeriye dalınca bu rüyayı hatırladım, anlatmak istedim işte. Şimdi izninle, özel bir şey konuşuyoruz." dedim.
Geçmişe gömdüğü günahların kazılıp önüne serilmesi dumura uğratmıştı onu. Hiçbir karşılık vermeden tökezleyerek sırtını dolaptan ayırdı. Birbirine karışan adımlarla odadan koşarak çıktı. Kapıyı hızla arkasından örtmüştü.
"Neydi bu böyle?"
Sinem'e dönerek omuzlarımı silktim. Hâlâ içimde şahlanan kini dindirememiştim. "Rüyamı anlatmak istedim sadece, bir şey değildi."
"Haddim olmayan bir şeye burnumu sokmak istemem ama," Eliyle dolabı, Sude'yi çarptığım yeri gösterdi. Kaşları o kadar çatıktı ki uçları birbirine değecekti. "Bu gerçekten korkutucuydu. Aranızda ne sorun var hiç bilmiyorum ama umarım en kısa zamanda halledersiniz."
Sözlerini duymazdan gelerek yanına geri oturdum. Tüm dikkatim dağılmış, sinirlerim tepetaklak olmuştu. Hafıza kartını hâlâ elinde tuttuğunu gördüm. "Her neyse, dinle beni. Bu hafıza kartını tesadüfen bir yerden buldum, merak edip içinde ne olduğuna baktım."
Konuyu değiştirmeme müsaade ederek, pür dikkat dinlemeye başladı. "Ne varmış peki içinde?"
"Emre Şahoğlu'nun gizlice çektiği videolar var." Kaşları tekrar çatılmıştı. Sözüme devam etmeden önce, bir süre bekledim. "Sayısız kadını uyuşturarak istismarda bulunmuş ve bu korkunç anları kayda almış. Muhtemelen şantaj yapıyordu bu kayıtlarla kadınlara. Ama daha da kötüsü, bu kadınların arasında Dilara da var."
Dehşet içinde sıçrayarak elini ağzına örttü. Konuşamayacak kadar nutku tutulmuştu. Sonra birden elini indirerek, ayaklandı. Tıpkı birkaç gün önceki ben gibi, odanın içinde mekik dokumaya başladı. Yüzünde her an ağalayacak birisinin çaresizliği belirmişti.
"İnanamıyorum," diye fısıldadı, hayretle. "İnanamıyorum, iğrenç bir insan bu! Ne yapacağız peki şimdi? Bir şeyler yapmamız lazım. Böyle duramayız, Demre. Hâlâ video çekmeye devam ediyordur bu şerefsiz adam. Bir şeyler yapmamız lazım."
Gitgide paniklediğini görünce yerimden kalkarak yanına gittim. Kollarından tutarak kendi etrafında dönmesine mâni oldum. Tıpkı benim gibi onun da gözleri dolmuştu. "Yapacağız zaten. Bu insalara adalet işlemiyor olabilir. Bu ülkede nüfuzlu babaları olanlara, zengin milletvekili çocuklarına ya da hakim tanıdıkları olanlara adalet dokunmuyor olabilir belki. Ama biz yine de o kadınların hakkını arayacağız. Biz aramazsak, kimse aramaz. Ömrü boyunca hiç çıkmayan bir leke bırakacağız bu adamların yakasına."
Neredeyse ağlayacaktı. Kendini ikna etmeye çalışarak bu ufak umuda tutundu. "Tamam, yapacağız, evet. Yapabiliriz."
Kollarından tutarak yatağa geri oturttum, ardından sakince yapmamız gerekenleri anlatmaya başladım. Dakikalar sonra odamdan çıkarken artık ağlamıyordu, gözyaşlarını silmişti. Bu ağlayarak değil, ağlatarak yürünecek bir yoldu. Zira duygularda boğulmanın vakti değildi. Zamanında akıtılan onlarca kadının gözyaşı için, kendi gözyaşlarından feragat etmenin vaktiydi.
𓅪
Belediye binasından çıkarak, soğuk ayazları zayıflatan güneşin altında duraksadım. Elimde tuttuğumu bile unuttuğum aile cüzdanına baktım. Kendimi çok tuhaf hissediyordum. Yorgun argın nefesimi üfledim. Bu kadar mıydı yani? Bitmiş miydi? Ne hissedeceğimi şaşırmıştım. Başımı kaldırarak, kör gözlerle etrafımdaki kalabalığa bakındım.
Artık resmi olarak evli bir kadındım.
Günün erken saatlerinde yollara düşmüş, uzun ve yorucu saatlerin sonunda gerekli tüm belgeleri toplayabilmiştik. Meral abla ortalık hâlâ karışık olduğu için attığımız her adımı öylesine sorguluyordu ki konaktan çıkmak istememi bile gereksiz bulmuştu. Keza dikkatleri üstümüze çekmememiz konusunda da çok hassastı. Sonuç olarak Merih'in annesiyle tanışacağım kozunu kullanmış; ancak o şekilde izin koparabilmiştim.
Ne olursa olsun, bu nikah işinin aradan çıkması önemliydi. Ne kadar erken hallolursa o kadar az başımızı ağrıtacaktı çünkü anlaşılma riski vardı.
"Artık evliyiz yani." Yanıma gelerek durdu; benim kadar o da sersemdi. Suratında, hareketlerinde; hatta konuşmasında bile bir tutukluk mevcuttu. Ne düşüneceğini şaşırmış gibiydi. "Evliyiz artık."
Söylediğim yalanın bizi buralara kadar getireceği aklımın ucundan dahi geçmemişti. Ama işte, buradaydık. Evlendirme dairesinden çıkmıştık, afallamış bir hâlde bahçenin ortasına çakılı kalmıştık. Yaşanan felaketlerin coşkusuyla içine sürüklendiğimiz bu durum, resmen resmiyete dökülmüştü.
Artık bir kocam vardı. Artık soyadım değişmişti.
Tekrar afallayarak elimdeki aile cüzdanına baktım. Yanımdaki adamın kocam olduğu gerçeği, sanki ilk defa fark ediyormuşum gibi benliğimi sarsmıştı. Hayatını, yaşantısını, gerçek şahsiyetini dahi bilmediğim adam artık benim kocamdı.
Benden sakladığı o kadar çok sır vardı ki, yabancı birisiyle evlenmekten farksız bir histi.
Sanki zihnimdeki depremleri duymuştu. Önüme geçerek, beni kendisine bakmaya zorladı. Yalnızca bir adım ötemdeydi. "Demre, endişelenmekte çok haklısın. Bir anda kendini istemediğin bir evliliğin içinde buldun. Yalan yok, ben de endişeliyim. Benim için de bir ilk tüm bu olanlar," Kollarımı tutarak teskin edercesine sıktı. Gözlerinde anlayıştan başka hiçbir şey yoktu. "Bakma sen benim gevşek tavırlarıma, bazen kendimi kaptırıyorum. Ama inan bana, bu evlilikte asla ama asla seni rahatsız hissettirecek bir şey yaşanmayacak. Sınırlarını aşmayacağım. İstediğin maddeleri ekle sözleşmemize, hepsine uyacağım. Söz veriyorum."
"Teşekkürler." diyebildim sadece, gözlerine bakamayarak.
"En geç haftaya düğünü yapmış oluruz muhtemelen." Hâlâ aynı yumuşaklık hakimdi sesine; sanki tüm bu hakikatleri dillendirmenin en zararsız yolunu bulmaya uğraşıyordu. "Düğünden önce yaşayacağımız eve de gidip bakarız. Çeşme'de kullanmadığım bir ev var. Eğer beğenmezsen değiştirebiliriz tabii, nasıl istersen öyle yaparız."
"Sorun değil, bakarız birlikte." dedim, ilgili gözükmeye çalışarak. Oradan oraya savrulan zihnimi bulunduğumuz anda tutmakta çok zorlanıyordum.
Hayatımın nasıl bir yöne kaydığını anlamaya çalışmaktan, büsbütün feleğim şaşmıştı. Sanki her şey kontrolümden çıkmıştı. Başımı eğerek, tekrar elimdeki kırmızı deftere baktım.
Korkuyordum.
O kadar korkuyordum ki koşarak bu hayattan kaçmak istiyordum. Ben henüz evlenmeye hazır değildim ki; henüz kendi yolunu bile bulamamış, savrulan bir kızdım. Ama şimdi birisinin karısı olmuştum. Merih'e ne kadar güvenebilirdim? Kendime bunun yanıtını veremiyordum. Kapalı kapıların ardında kaldığımızda neler yaşayabileceğimizi hiç kestiremiyordum ve bu ürkütücü belirsizlik adeta beni boğazlıyordu.
Hayatımdan çıktığından beri ilk defa anneme ihtiyaç duyduğumu hissettim. Yanımda olmasını, evlendiğimi bilmesini istemiştim. Bu evliliğin düzmece olduğunu rahatlıkla anlatabileceğim tek bir insan bile yoktu etrafımda. Belki annem olsaydı, tüm bu yaşanan olayları rahatça ona anlatabilirdim; bana yol göstermesini isteyebilirdim.
Ama ne diyecektim sanki?
"Anne ben bir adamla evlendim, kendisini pek tanımıyorum ama zamanla tanırım diye düşünüyorum. Zaten evlilik de böyle bir şeydir herhalde? Bazen güveniyorum bu adama bazen de güvenmiyorum, henüz ben de bilmiyorum." Sonra annemin şaşkınlığını görüp, yatıştırmaya çalışırdım ama yine de beceremezdim. "Başlarda bana hiç iyi davranmıyordu ama dediğine göre beni korumak için yapıyormuş bunu. Sonradan bana değer verdiğini de söyledi. Hatta değerli hissettiren şeyler de yaptı. Doğru ya, bir de buradaki insanların beni dört ay boyunca denek olarak kullanmalarına müsaade etti ama sonra dayanamayıp kurtardı. Yani en azından kurtardı. Bir de kızın uyuşturucu bağımlısı olduğundan, sırf engel olabilmek için o da yıllardır içtiği sigarayı terk etti. İşte ben böyle bir adamla evlendim."
Bunları mı diyecektim?
Gerçekten içler acısı bir durumdaydım.
Suskunluğum o kadar ağırdı ki bu yükü üstümden almaya çalışırcasına, söze girmişti. İçinde bulunduğumuz anı kaldıramadığımı anlamıştı; sanki zihnimde kopan fırtınayı işitmişti. Öyle ki sesi çekingen ve biraz da tutuktu. "Bugün annemin yanına gidebilirsek, iyi olur aslında..."
Birden telefonu çalınca sözü yarım kaldı. Cebinden çıkararak hızlıca kulağına tuttu; yavaşça yanımdan uzaklaşmıştı. Kendisini duyamayacağım bir mesafede dikilerek, gitgide kabaran bir gerginlikle konuştu. Suratındaki kaygı, bir şeylerin ters gittiğinin kanıtıydı.
Sonunda telefonun kapatarak yanıma geri döndü. Telaşlı ve endişeliydi. "Bugün anneme gidemeyeceğiz maalesef. Hemen şimdi konağa geri dönmemiz gerekiyor."
Beni beklemeden yürümeye başlayınca adımlarına yetişebilmek için resmen koştum. Neler oluyordu? Hızına ayak uydurmayı başardığımda, "Kötü bir şey mi olmuş?" diye sorabilmiştim.
Ama endişemi dindiremeyecek kadar çelimsiz bir yanıt vermişti. "Gidince göreceğiz."
Yol boyunca neredeyse hiç konuşmamıştı. Sanki aynı arabanın içinde yolculuk yapan evli bir çift değildik de birbirini tanımayan yabancı iki insandık. Tesadüfen bu arabada denk gelmiştik ve yine tesadüfen yola çıkmıştık. Sanki az önce evlendirme dairesinden ayrılan da biz değildik.
İçerdeki sessizlik bir süre sonra o kadar boğucu olmaya başlamıştı ki kendimi bu sessizliğe karşı borçlu hissetmiştim. Sırf konu açmış olmak için ona Emre'nin kendisini takip ettiğini, kamerasıyla gizlice fotoğraflarını çektiğini söylemeyi düşündüm. Ama sımsıkı direksiyonu tutan elinden, düşünceli düşünceli dudaklarının üstünde gezdirdiği parmaklarına baktıkça, cesaretimi de yitirdim. Yola sabitlediği gözlerinde bile ciddiyet dolu bir bakış vardı.
Zaten yeterince gergindi. Böyle tatsız bir mesele için yeri ve zamanı değildi. Bu onu daha da huzursuzlandıracaktı.
Susmaya karar vererek, konağa varana kadar hiç konuşmadım. Akşam güneşi dağların ardına devrilmeye hazırlanırken, yavaşça aralanan demir kapıdan içeriye girmiştik.
Birden bütün konak sakinlerini yokuşun ucuna istiflenmiş hâlde bulunca afalladım. Bütün korumalar buradaydı; koyu bir öbek misali kapıya yığılmışlardı. Neler oluyordu? Tan Şahoğlu'na bakarken, oturduğum yerde öne doğru kaykıldım. Kızların da hemen onun arkasına sıralandığını görmüştüm. Keza ikizler de aralarındaydı.
Telaşla Merih'e döndüm. "Ne oluyor böyle? Neden herkes dışarda toplanmış?"
Birden hışımla bana döndü.
"Hiçbir şey bilmeyen, normal bir temizlikçisin sen." Parmağını yüzüme doğru kaldırarak, ezici baskınlıkta savurduğu emir beni şaşırtmıştı. Suratında öyle panik bir ifade vardı ki istemsizce bana da bulaştırmıştı bu duygu. Ani bir manevrayla arabayı kenara çekerek, sertçe el frenini kaldırdı; kontağı bile kapatmadan aceleyle kendisini dışarıya attı.
Çabucak toparlanarak ben de arabadan çıktım. Henüz birkaç adım atmışken, birdenbire aralık bekleyen demir kapıdan içeriye polis araçları yığılmaya başladı. Korkuyla karışık bir sevinçle, farkında olmadan sendeledim. Gerçekten de gelmişlerdi. Dört araba, gelişigüzel bahçenin girişini tıkayarak durmuş, anında bütün ekip dışarıya dökülmeye başlamıştı.
İlk aracın ön koltuğundan inen orta yaşlardaki uzun adam, insanı imrendirecek bir hakimiyetle kendisini kollayan adamlarına bakmış; ardından sertçe kapıyı çarpmıştı.
Koyu gözleri, önündeki güruhun üstünde çevikçe gezindi; Merih'i geçerek, bir müddet bende takılı kaldı. Ama sonra tekrar muhattabına, Tan Şahoğlu'na döndü.
Ağır adımlarla bize doğru yaklaşırken, arkasından gölge misali iri bir adamın daha geldiğini gördüm.
Vakur bir tavırla elini trençkotunun iç cebine sokan adam, deneyimli bir manevrayla cüzdanını meydana çıkardı. Tekdüzelik kazanmış bir hızla içini açarak suratımıza doğrultmuştu.
Sesi sandığımdan da güçlüydü; resmen derinlerden yükseliyordu. "Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürü, Selçuk Kalender. Savcılıktan arama emri var elimizde. Anlayacağınız, biraz evinizde gezinmeye geldik."
Sağlam bir dayanak gibi arkasında dikilen iri adam da aynı manevrayı yapmış, cüzdanını çıkararak silah misali suratımıza doğrultmuştu. "Başkomiser Akın Koç."
Selçuk Kalender, iki dipsiz kuyuyu andıran gözlerini kurnaz bir koyulukla tekrar etrafındaki insanlarda gezdirdi. Dudaklarında belli belirsiz, mağrur bir gülümseme belirmişti. Tek bir baş hamlesiyle tüm ekibi harekete geçirirken, kendisi istifini dahi bozmamıştı. Sahip olduğu gücü, yıkılmaz duruşunda bile bulabilmek mümkündü.
İçimi huzursuz eden, tanıdık bir bakışı vardı bu adamın. Sanki uzun yıllar önce kaybetmiş olduğum kıymetli bir eşyanın hissiyatına sahipti. Fakat insanı azaltan bir histi bu. Sonunda bulabilmiştin bu kıymetli eşyayı belki; ama artık çoktan hevesini kaybetmiştin sanki.
YOLDAŞLARIMM FEDAİLERİMM NELER OLUYOOR??? Anlayan varsa bana da anlatsın, teşekkürler şöyle bekliyorum 🦭 Ben hiiiçbir yorum yapmayacağım çünkü büyük patlarım, spoiler falan olur kalpten giderim. AMA şunu sormadan duramam. Ters köşelere hazır mısınız??? Ya da beyin yakan bölümlere hazır mısınız??? Ben hazırımm ve gümbür gümbür geliyorumm yolu açınn 💅🏻 Normalde düğün sahnesini bu bölüme ekleyecektim ama bölüm manas destanına dönecekti uzunluğuyla, o yüzden çıkardım. Yanii kınamız bir sonraki bölüme kaldıı 🪩✨
Yorumlar
Yorum Gönder