39
Selamlaaarr yavrılarımm! Heyecanlı bir bölüm sizi bekliyorr Kalender abimizin ağzından bir giriş yapıyoruz çünküü ve bölümün sonunda bir sürpriz sizi bekliyorr 🤯 Şimdiden keyifli okumalar diliyorumm. Yorumlarınızı ve oylarınızı benden esirgemezseniz çok mutlu oluruum 🥺 Hepppsini tek tek okuyorum ve aşırı gaza gelip sıradaki bölümü yani manas destanını yazmak için bilgisayar başına koşuyorumm ✍️🥹✨❤️🔥
Buyurun efenim, sizi Azalanlar'ın arasına alalımm.
39: DAMARLARIMDAKİ CEMİYET
SELÇUK KALENDER
Başımı ağrıtan etrafımdaki curcunayı es geçerek bir kıyıya çekildim. Suratımdaki maskeyi düzelttim, arkamdaki konsola yaslandım. Üstünden kaptığım içecekten büyük bir yudum aldım. Hızlıca odanın içini taradım.
Birden kapıdan içeriye süzülen siyah kadife elbiseli bir kız dikkatimi dağıttı. Yanındaki uzun adamı tanımamam olanaksızdı. İçeceği tek dikişte bitirerek sertçe konsola çarptım. Koluna girmiş olduğu Merih'le birlikte usulca kalabalığa karışmalarını seyrettim.
Akın, bardaktan çıkan nahoş gürültüyü duyabilen tek kişiydi. Maskesi gözlerindeki merakı gizlemeye yeterli değildi. "Kızın kim olduğunu ne zaman söyleyeceksin ona?"
Sorusu sinirimi bozdu; başka bir içecek daha kaptım konsoldan. Elimi ona doğru kaldırmıştım. "Hiçbir zaman. Bu sırrı kendinle birlikte mezara götüreceksin Akın. Duydun mu beni?"
"Duydum, müdürüm." Dudaklarıma götürdüğüm içeceğe baktı ama hiçbir şey söylemedi. Onun yerine, benim de içimi kemiren bir meseleyi önüme serdi. "Aziz ne planlıyor sizce?"
"Her şey beklenir o lavuktan," İçeceği beğenmeyerek hoşnutsuzca kenara bıraktım. Ağzımın tadı kaçmıştı. "Demre'nin bu evde olmaması gerekiyordu. Bülent'le karşılaşmaları resmen faciaya neden olur. İşin ilginci," Kollarını iki yanına açarak içten bir tavırla Merih'le Demre'yi karşılayan adama baktım. "Aziz'in bu gerçeği nasıl öğrenebildiği. Ben bile yeni öğrenmişken, o nasıl..."
"İyi akşamlar beyler," Aniden arkamızda beliren genç kadına döndüm. Elinde tuttuğu pipodan kim olduğunu anlamak pek de zor değildi. Maskenin altındaki mavi gözleri kıvrak zekasını gösterircesine parlamıştı. "Keyifler nasıl bakalım?"
Önüme geri dönerek, salondaki kalabalığı izlemeye devam ettim. Aziz'in, Merih'i yanında götürerek insanların arasına karıştığını görmüştüm. "Senin gayet yerinde gibi. Hastane iyi gelmiş."
"Yatakları rahattı, ondandır." Beren kıkırdayarak, tıpkı benim gibi konsola yaslandı. Akın'a kaymıştı ilgisi. "Selam vermek yok mu, yakışıklı?"
Ama kendisinden sert bir bakış dışında hiçbir karşılık alamamıştı; Akın dilsiz lakabının hakkını verircesine, ağzını bıçak açmamıştı.
"Yine bal damlıyor ağzından," Beren gocunarak önüne geri döndü. Piposundan derin bir nefes alırken, sessizce etrafı izlemeye koyulmuştu.
Nevri dönmüş bir hâlde salonun ortasında dikilen Demre tekrar gözüme ilişti. Huzursuzca kadife eldivenlerini çekiştirişini, etrafa attığı kaçamak bakışlarını izledim. Babasıyla birebir aynı derinliğe sahip olan; dokunduğu kişiyi içine sürükleyen kara gözlerini inceledim.
Kat ettiği yol akıl alır gibi değildi. Şu anda burada, cemiyetin tepesinde oluşu bile hayret vericiydi. Tek başına bunca badireyi atlatabilmesi; defalarca düşürülmüş olsa da sırf intikam hırsıyla direnebilmiş olması, akıl alır gibi değildi.
Bana çekmiş kerata.
Gözlerimi üstünden ayırmadan, sessizce sigarasını tüttüren Beren'e doğru eğildim. "Demre'yi şu evden çıkarabilir misin?"
"Bizim Demre mi?" Şaşırarak bakışlarımı takip etti ve saniyeler içerisinde gergin gergin salonun ortasında dikilen yalnız kızı buldu. Dudaklarından hayret dolu bir gülüş taştı. "Bak sen cimcimeye. Nasıl girmiş o buraya?"
"Bilmiyorum ama ayak altından kalksın." dedim, olabildiğince memnuniyetsiz duyulmak için çabalayarak. "Çıkarabilir misin, onu söyle sen?"
"Denerim." Dudaklarını bükerek, omzunu silkti. Avına kitlenmiş yırtıcı gibi, gözlerini bize doğru yaklaşan kıza kenetlemişti. "Yoksunluk çekiyordur muhtemelen. Yanımda biraz nazar boncuğu var, kokusunu alırsa fenalaşır diye düşünüyorum."
"Hallet." Demre'nin gitgide yaklaştığını görünce konsoldan uzaklaştım. Yanından geçip giden varlığımı sezmemişti bile. Gölge misali arkamdan gelen Akın'a doğru mırıldandım. "Dışarda tüttürelim biraz. Bülent'in eli kulağındadır."
Dışarıya çıkarak, sakin bir köşeye çekildik. Sigaranın usulca kendisini tüketişini izlerken, ardına saklandığım rahatsız edici maskeyi düzelttim. Tepemizden uçarak çığlığıyla geceyi sarsan kiri kargaya baktım bir süre.
"Müdürüm," Akın'ın tonunu kusursuzca ayarladığı kısık sesi zihnimden içeriye sızdı; öyle ki, bir metre ötemizdeki heriflerin dahi konuştuğumuzu duyması olanaksızdı. Başımı kaldırmadım; ama sözüne devam etmesi için hafifçe sallayarak teşvik ettim. "Bu akşam bir taşkınlık yaşanır mı sizce?"
Tadım kaçmıştı. Sönmeye yaklaşan sigarayı parmağımla tekmeleyerek öteye fırlattım. "Kurt kurdu yemez diyemiyorum," Başımı kaldırarak, yavaşça içimdeki dertleri üfledim. "Yani yaşanabilir, evet..."
Ama sözüme ara vermek zorunda kaldım.
Birden bahçeye dalan dört siyah minibüs, hızla malikaneye yanaşarak adeta önünü kafesledi. Açılan kapılardan sürü misali dökülen adamlar etten bir duvardan farksız, anında yan yana dizilmişti.
Ağır ağır dışarıya çıkan Bülent Eroğlu babacan bir tavırla, kendisine kapıyı tutan delikanlının omzuna vurdu. Yakasını düzeltti, kendisine koridor yaratan adamlarının içinden usulca yürümeye başladı.
"Özellikle de bu kurt benim kardeşimse," dedim, kasvetli bir sesle az önce söylediklerimi pekiştirerek. "Her şey yaşanabilir, evet. En nihayetinde, kurt puslu havayı sever."
Henüz birkaç adım atmışken, şahin kadar keskin gözleri beni buldu; tüm suratımı örten maskeye rağmen kim olduğumu anlaması, yalnızca birkaç saniyesini almıştı.
Dudaklarındaki sigarayı kaparak yanından geçtiği süs havuzuna fırlattı. Çarpık bir gülümsemeyle, bana doğru yürüdü.
Akın'ın durduğu yerde huzursuzlanarak kımıldandığını, ellerini arkasında birleştirdiğini fark ettim. Ona kaygılanma diyerek boş telkinlerde bulunmaya kalkışmadım. Ama kendi adamımı gerebilecek tehlikedeki adamın kendi kardeşim olmasının sıkıntısını da içten içe yaşadım.
"Bak sen, sevgili gölgem benden önce varmış." Bülent, arkasından sürüklediği adamlarıyla karşımda durduğunda bana babamı anımsatan kokusu da etrafımı kuşattı. "Adalet sarhoşları da aramıza katıldığına göre, işte şimdi geceye hazırız."
Yalnızca gülümsedim. "Belindeki emaneti bütün gece yerinde tutmayı becerebilirsen, bardağın dibinde kalan adalet senindir. Biliyorsun, en güzel yeri sonudur."
"Sence benim bu gece," İyice yanıma sokularak, elini yavaşça yanağıma vurdu. "Adalete ayıracak bir iştahım kalacakmış gibi mi duruyor, canım müdürüm?"
Yüzümü ekşiterek başımı geriye çektim. "Ciddiyim. Gecenin yıldızı olacağım diye sakın geri dönüşü olmayan aptallıklar yapayım deme."
Gidecekken durdu, hafifçe kaşlarını çattı. Tüm bedeniyle bana geri döndü; artık ciddiydi. "Yoksa benim bilmediğim bir şey mi biliyorsun? Aziz de davet ederken yayık yayık konuştu zaten. Ne işler kurcalıyor yine bu zibidi?"
Bir süre hiç konuşmadım; ne kurcaladığını henüz ben de bilmiyordum ama bir hinlikler hissedebiliyordum. Akın tekrar huzursuzca kımıldanınca, talihsizce ilgiyi kendisine çekti.
Bülent, karşısındakini dize getirecek ezici bir tonla, "Sen söylemek ister misin, sevgili Akın?" diye mırıldandı ve arsızca onu sıkıştırmaya yeltendi.
Sertçe araya girdim. "Söyleyecek hiçbir şey yok. Ne kurcaladığı meçhul ama Aziz'in nasıl kansız bir herif olduğunu ikimiz de biliyoruz en nihayetinde."
"Birileri ısrarla bulanık sularda balık avlamak istiyorsa eğer," dedi kararlı bir tonla. "Avlayamamanın hıncını da bizden çıkaramaz. Rahat ol, sen sadece içeceğini yudumla." Tekrar gitmek için geriye çekilmişti ama gözleri kırpılmaksızın suratımdaydı. Eliyle nobranca yeri gösterdi. "İçeriye girmeden önce de şu adalet tutkunu kapının önünde bırak. Ait olmadığın bir kulvardasın, komiser. Buradan sonra, kardeşinin adaletine güven."
Teselli edercesine koluma vurduktan sonra hızlıca malikaneye doğru yürümeye başladı. Kasırga gibi peşinden estirdiği bir düzine adamla birlikte korkusuzca içeriye daldı. Birilerinin kendisine kumpas kurma ihtimalini düşünmek bile onu ikileme düşürememişti.
Hıyar herif.
"Arkasından girelim." dedikten hemen sonra koridora girdim. Arkamdan gelen Akın'la birlikte, Bülent'in evin sahibi edasıyla girdiği salona doğru yürüdüm.
İçeriye girdiğimde gözüme ilişen ilk kişi yanında duran Demre'yi kenara çeken Merih oldu. Kısa bir an, yanından hiç ayırmadığı karısına baktım. Günlerdir içimi kemiren şüphe tekrar belirdi. Aziz gerçeği fark etmiş olabilir miydi? Ama bu imkansızdı; ben bile çok geç fark edebilmiştim.
Maskelerimizin altındaki kimlikleri görebilen Merih'in gözleri önce beni, ardından yanımdaki Akın'ı bulmuştu. Ama bu çok anlık bir bakışmaydı; anında önüne geri dönmüştü.
Sakin bir kenara geçerek, her şeyi değiştirecek o cinayetten bihaber, beklemeye koyuldum.
DEMRE EROĞLU
Yaşayanları teğet geçen bir mermiydi sanki ölüm. Masadaki herkesi hedef almıştı; ama yalnızca bir kişiye saplanmıştı.
Gözlerimdeki kara perdeler usulca aralandı; başı hareketsizce tabağın üstünde duran kızın fersiz gözleriyle bakıştım. Tenimin üstünden bir ürperti aktı. Yavaşça elimi suratıma sürdüm; parmaklarımın ucuna bulaşan koyu kana baktım.
Sanki tüm renkler solmuştu da, yalnızca parmaklarımdaki kanın kırmızlığı kalmıştı geriye. Kokusu soluklarıma karıştığı an mideme bir bulantı saplandı. Ellerim titremeye başladı. Fakat hiçbir tepki vermeye fırsat bulamadım.
Çünkü etrafımda bir facia patlak bulmuştu. Merih'in adımı haykırdığını duydum ancak bir karşılık veremedim.
Zemine sürten onlarca sandalyenin sesi tüm odayı inletti; artık bütün cemiyet ayaktaydı. Duvar kenarlarındaki adamlar çıkardıkları silahlarla ortaya atılmıştı. Oğuz'un birkaç tanıdık adamla Şahoğlu ailesini koruduğunu; keza bir düzine yabancı adamınsa aynı atılganlıkla babamı siper aldığını görmüştüm. Resmen tüm namlular birbirine karışmıştı; fakat kimse tetiğe basmıyordu.
Birden kendimi sandalyeden aşağıya doğru iteklenirken buldum; afallayarak, beni çekiştiren kişiye baktım. Yanıma çöken genç adam, kolumdan tutarak beni dizlerimin üstüne iteklemişti. Kokusuna tuhaf bir aşinalık sinmişti. Beyaz maskenin altında parlayan yeşil gözlerinde endişeden başka hiçbir duygu bulunmuyordu.
Ansızın bir haykırış koptu; zaman resmen kimsenin yakalayamadığı bir hıza erişti. Sanki yaşanan her şey, tek bir saniyenin üstüne binmişti.
Hiddetle ayağa fırlayan Mirza masadan kaptığı et bıçağıyla, saliseler içerisinde yanımda belirdi. Adeta bir karabasan gibi tepeme çökmüştü. Hırsla koluma asılarak beni yukarı çekiştirdi.
Yanımdaki adam hışımla diğer koluma asılarak kalkmama engel olmaya çalıştı; fakat Mirza'nın hiddetten gözleri kararmıştı. Hırsla böğürerek suratını tekmeleyince, adam telaşla kolumu bırakmak zorunda kalmıştı; henüz düşmeden yüzündeki maskeyi yakaladı. Yediği darbeyle geriye sendelemiş, sırtüstü yere kapaklanmıştı.
Korkunç bir bağırış koptu. "Hayır!"
Masanın karşısında duran Merih, birden tek eliyle tutunarak ürpertici bir manevrayla üstünden atladı. Fakat tüm çevikliğine rağmen bana yetişememişti. Panikle birkaç adım attı. Saldırgan bir çaresizlikle silahını kaldırarak bize doğrulttu.
Mirza, hoyratça çekiştirerek beni göğsüne çarptı. Aniden boğazıma yaslanan bıçağın soğukluğuyla titreyerek, başımı geriye attım. Gözlerim irileşti. Soluklarım ağırlaştı; korku resmen göğsümü parçaladı.
"Sakın!" Merih hızla teslim olarak ellerini havaya kaldırdı; silah gevşekçe sallanmaya başlamıştı. Hiddetli bağırışıyla tüm bedenleri titretti. "Mirza kendine gel, sakinleş! Kimsenin daha fazla canı yanmasın."
"Mirza!" Aziz hızla elini oğluna doğrulttu; gözlerinde korkunun en koyu tonu vardı. "Mirza sakın böyle bir şey yapayım deme. Bırak hemen o bıçağı!"
Adeta hırlayarak soluklanan Mirza, öfkeyle böğürerek beni irkiltti. Korkuyla gözlerimi yumdum. "Neden bırakacakmışım lan neden? Kızını katlettiler senin baba, kızını! Sapla bıçağı demen lazım senin bana!"
"Aptal gibi davranma!" Aziz adeta boğazını parçalarcasına haykırdı; Mirza'nın tüm bedeni yılgı içinde titredi ve kollarının arasındaki beni de titretti.
Tenimdeki yükü artan bıçak, ciğerlerimdeki son nefes kalıntılarını söndürdü. Başımı göğsüne yaslayarak, umarsızca kendimi ölümden uzaklaştırdım. Soluk almaya bile korkacak hâldeydim.
Usulca birkaç adım öne çıkan babam, yaşadığımız ânın dehşetine tezat düşen bir sükunetle mırıldandı. Sesi resmen pusudaki felaketlerin habercisi gibiydi. "Bırak şu aptallığı elinden çocuk." Çenesini eğerek ezici bir bakış attı; işaret parmağıyla havayı yarmıştı. "Tek bir damla aksın o bedenden, sadece tek bir damla, işte o zaman kan yağdırırım bu şehre."
Bıçağın baskısı azaldı; fakat tamamen kalkmadı. Korkusunu hissedebilmek mümkündü. Babamı benden daha iyi tanıdığı belliydi. Karşısındaki adamın sözünün eri olduğunu, ant içerek söylediği lafları yerine getireceğini de biliyordu.
Artık bıçağı tutan eli titriyordu; nefesleriyse daha sık kesiliyordu.
Merih uysal bir adım atarak, titreyen elini bana uzattı. Hiç kırpmadığı gözleri dosdoğru arkamdaki adama çivilenmişti. Anlayışlı bir sesle mırıldandı. "Bırak hadi, bırak aslanım."
Öfkeli sövgüleri kulağıma sürtünen Mirza, zorunda kalmışlığın hıncıyla bıçağı boğazımdan çekerek beni tüm gücüyle itekledi. Öne doğru sendeledim. Babamın tutma telaşıyla birkaç adım öne çıktığını gördüm. Ama ne tereddüt ettim ne de duraksadım; beni her koşulda koruyacağına inandığım tek kişiye koştum.
Korkuyla kendimi Merih'in kollarına attım; anında yakalayarak, hızla doğrulttuğu silahın arkasına çekti. "Bana bırak kendini. Artık benimlesin, korkma." Tek koluyla göğsüne bastırdı; tehlikenin içinden çekip alırcasına, arkaya geriledi.
Söylediğini yaparak, kendimi ona bıraktım. Titreyerek gömleğine tutundum ve başımı göğsüne yasladım.
Önündeki adamlardan gözünü hiç ayırmadan, göğsünü çökerten bir nefes bıraktı; sessiz avuntular mırıldanmaya başlamıştı. Ama sanki bunlar benim için değildi de kendisi içindi. "İyisin, tamam. Bir şeyin yok, iyisin."
Uzun bir süre, korkudan nefes almayı bile hatırlayamadım. Artık boğazımda bir bıçak olmadığını kavrayabildiğimde, hafifleyerek soluklandım. Sonra birden babamla göz göze geldim. Onun da rahatlayarak geriye çekildiğini ve gözünü dahi kırpmadan herkese ateş açabilecekmiş gibi duran Merih'i süzdüğünü fark ettim.
Zihninden neler geçtiğini anlamak olanaksızdı.
Minnetle ama şüpheyle; merakla ama ilgiyle bakıyordu. Aynı anda beliren, onlarca tezat duygunun üstünlük kavgasını yaşıyordu sanki. Fakat sonra bu çetin kavgayı başkasına yıkmaya karar verdi ve ürkütücü bir sakinlikte ev sahibine döndü.
Aziz adamlarına kendi oğlunu gösteriyordu. Kelimeler ağzının tadını kaçırmış gibi, bir de yüzünü ekşitmişti. "Götürün şunu odasına bir aptallıklar yapmadan."
Mirza kardeşinden ayırdığı gözlerini perişan bir hâlde babasına dikti; adamlar kendisini apar topar sürüklerken tek kelime dahi etmemişti. Söyleyemediği sözler tümör gibi boğazında birikmişti sanki; tüm damarları kabarmıştı.
Yoğun bir duygunun odadan ayrılması, içerdeki gerinliği biraz daha uysallaştırmıştı.
Üç adamın arasında gürültülü bir bakışma yaşandı.
Hâlâ tüm silahlar tetikteydi; ağızdan çıkabilecek tek bir emiri bekliyordu. Fakat hiçbiri böyle bir emir vermeye niyetli değil gibiydi.
Tan Şahoğlu elindeki bastonuyla huzursuzca kımıldandı; şaşırtıcı şekilde, içlerinde en ihtiyatlı davranan oydu. Birileriyle ters düşme isteğini tamamen yitirmişti. Beren'in hareketsizce masanın öteki ucunda dikildiği gördüm. Ne ara yaktığını anlayamadığım piposunu içerken, çatık kaşlarla İlayda'nın masadaki cansız bedenini izliyordu.
Salondaki tüm davetliler, odanın ucuna kaçışmıştı; ufak bir yığın, maskelerinin arkasından olan biteni seyrediyordu. Ancak hiçbiri yerinden kımıldamıyordu. Herkes o kadar hareketsizdi ki, bir kişinin atacağı tek bir adım bile tüm ilgiyi üstüne çekmeye yetecekti.
Aziz'in hazin bir sesle, "Böyle bir gaddarlığa gerek yoktu." dediğini duyunca tekrar onlara baktım.
Babamın tiksintiyle dudaklarını büktüğünü gördüm.
Zırh gibi etrafını kuşatmış adamların arasından arkadaşına doğru sokuldu; tam karşısına varınca, durdu. "Gaddarlık senin sıfatın. Benimki şahsiyet meselesi."
Aziz bir süre soluklanacak kadar sustu; o kadar hiddetliydi ki aldığı sıcak nefeslerin gürültüsü bile her seferinde sessizliği tahtından ediyordu. "Bu yaptığın," Titreyen eliyle, hiç bakmadan masadaki katliamı gösterdi. "Bu yaptığın her şeyin rengini değiştirir, farkındasın değil mi soytarı herif?"
Babam, sanki tehditlerin öznesi kendisi değilmiş gibi güldü. Ellerini yapacak bir şey yok dercesine açıp, önünde kavuşturmuştu. "Öyleyse rengini kendimiz seçebiliyor muyuz? Mesela şey..." Başını arkaya yatırarak düşünceli düşünceli tavanı süzdü. Sonra aydınlık bir suratla geri indirdi. "Kan kırmızısı olsun, ne dersin?"
Aziz'den bir saldırı alamayınca, bu sefer de hafifçe yana eğilerek arkada dikilen Tan'ı yokladı; fakat ondan da bir taarruz bulamamıştı. Geri doğruldu, omuzlarını dikleştirdi. Dertli dertli nefesini üfleyerek, evladını kaybeden birisine göre epey soğukkanlı duran arkadaşına yaklaştı.
"Hiç yakışmıyor sana bu şeytanlıklar." Elini sertçe omzuna vurunca tok bir gürültü yükseldi. Hafifçe sıkarak, adamın tüm bedenini sarstı. İyice suratına sokulmuştu. "Sen ismin gibi aziz ol, yoldaşım. Şeytanı ben oynarım."
Geriye çekilerek, telaşsızca yürümeye başladı. Hızını hiç kesmeden, birden eliyle beni gösterdi. "Siz ikiniz, arkamdan gelin."
Merih bu emire karşı gelmek gibi bir asilik yapmadı. Kurtların arasından sıyrılmanın zahmetsiz bir yolunu bulmuşcasına, anında yürümeye başlamıştı. Belimdeki kolu öylesine güçlüydü ki, kendimi taşımama bile müsaade etmiyordu. Hiç zorlanmadan peşinden sürükleyebiliyordu. Etrafımızı sararak bizi kalkanın içine alan adamlara rağmen elindeki silahı indirmemişti.
Uğursuz geceye çıkana kadar da dimdik tutmaya devam etmişti.
Babam birkaç adım attıktan sonra durarak, yavaşça yüzünü bize döndü. Merih içgüdüsel olarak namluyu ona çevirince, korkunç bir hızla tüm silahlar bizi hedef aldı.
Sanki gerginlik arşa çıkmıştı.
Babam elini kaldırarak, "İndirin silahları." dediğinde, kendisine ram ettiği bütün tabancalar yavaşça aşağıya kaydı. Ama hâlâ hepsinin ellerindeydi; hiçbiri yerinden kımıldamamış, etrafımızdaki çemberi de bozmamıştı.
Babam, ısrarla suratına doğrultulan namluya bakarak avucunu kaldırdı; anında yanında beliren ufak tefek bir adam cebinden çıkardığı mendili, havada bekleyen ele teslim etti. Sözsüzce verilen emri bu kadar hızlı duymuş olması, tam anlamıyla ürkütücüydü.
"Şimdi söyle bakalım," dedi, uzun zamandır görüşmediği bir dostuyla hasret giderircesine. Elindeki mendille, hepimize bulaştırdığı kan lekeleri temizlemeye başlamıştı. "Kimsin sen delikanlı? Kendini öne atışın, masanın üstünden atlayışın, silahı tutuşun; eğitimli bir genç olduğun belli." Yüzünü silen eli durdu, gözlerini koyuluk kurnazlıkla aydınlandı. "Ama asıl mesele, seni kimin eğittiği."
Merih hiçbir karşılık vermedi; laf cambazlıkları yapmaya hiç hevesli değildi.
Hafifçe doğrularak öne çıkmak istedim ama kolundaki baskısını arttırarak uzaklaşmama mâni oldu. Ama benim araya girmem gerekiyordu. Babamın bana zarar vermeyeceğini biliyordum; fakat ona vermeyeceği konusunda emin olamıyordum. Öyle ki hiç kırpmadan üstüne kenetlediği koyu gözleri hiç güven verici değildi.
Üstelik tek muhattabı Merih'miş gibi, benden tarafa hiç bakmıyordu. Karşısındaki varlığımı hafife alan bir kayıtsızlıktı.
Birden sessizliği hoyratça böldü. "Sen gerekeni yaptın delikanlı. Minnetimi göstergesi olarak sana mütevazı bir ödül takdim edeceğim, merak etme. Şimdi kızımı bırak ve kendi yoluna bak. Gerisiyle ben ilgilenirim."
Silahı tutan elinde tek bir tereddüt olmayan Merih, yemin eder gibi mırıldandı. "Ödül için yaptığımı nereden çıkardın? Ben zaten kendi yolumdayım. Onun yürüdüğü yol, benim de yolum."
Duyduklarım sakin bir ruh hâlindeyken beni duygulandırabilecek kadar güçlüydü belki; fakat şu anda içimdeki hislere dokunamamıştı bile. Karşımdaki adamdan başkasını göremeyen ben, onun bana yaşattıkları dışında hiçbir duyguyu da hissedemez olmuştum.
Merih'in tüm güvensizliğiyle babama doğrulttuğu silaha, bizi abluka almış onlarca adama ve tek başına hepsinin sadakatini tekelinde tutabilen babama baktım.
Ne yaşanıyorduk biz şu anda?
Birden her şey anlamını yitirdi. Aylarca konakta yaşadığım eziyet, içine düştüğüm cemiyet ve örümcek ağı gibi ördükleri derin devlet; hepsi çok anlamsız gelmeye başlamıştı. Sırf kardeşimin yerdeki kanını silmek için temizlikçi olmamın ve intikam için tüm hayatımdan feragat etmemin, beni birden babama kavuşturmuş olması hiç akıl alır değildi.
Yıkmaya çalıştığım devletin en sağlam kolonlarından biri benim babam olamazdı. Olamazdı işte. Ama öyleydi. Resmen tüm cemiyeti sırtında taşırcasına, karşımdaydı. Yıllar önce kardeşimi öldüren kurşunu ateşleyen belki de o değildi; ama silahı tutanlardan birisi de onun eliydi.
Bunu düşünmek bile midemi bulandırmıştı.
"Gerisiyle sen ilgileneceksin, öyle mi?" Kendi kendime mırıldanarak, öfkeyle güldüm. Sanki saçmasapan bir rüyanın ortasına düşmüştüm. "Sen daha kızının yüzüne bile bakamıyorsun. Sen..." İçlerinde hiçbir duygunun yaşamadığı, ıssız gözleri beni buldu. Sanki gerçeklik tekrar kafama dank etti; tekrar beni sendeletti. "Sen kimsin ki benimle ilgileneceksin? On yedi yıl sonra karşıma çıkıp, ki onu da kendi isteğinle yapmadın, üstümde söz hakkına sahip olacağını mı düşünüyorsun gerçekten?" Boğazıma bir yumru oturdu. "Acımasızlık değil mi bu?"
Bir süre sessizliğimdeki ızdırabı dinledi; içimdeki yangınların usulca etrafıma yayılışını seyretti. Gözlerinde acı zuhur etmişti. "Benim acımasızlığım asla sana dokunmaz."
Kendimi tutamayarak tekrar alayla güldüm; izinsizce yanağıma devrilen yaşları hoyratça sildim. Zayıflıklarımı görmesi beni sinirlendirmişti. "Bana dokunmasına gerek yok! Az önce," Tiksintiyle arkamdaki evi gösterdim. "Sen az önce genç bir kızı alnından vurdun! Şu caniliği yapabilen insanın bir sınırı yoktur. Her şeyi yapabilir böyle bir insan."
Ağır bir suçla yargılanıyormuş gibi huzursuz göründü. Tükenen sabrı, sesini de gitgide kısıyordu. "Ne olursa olsun, asla ama asla sana zarar vermem, Demre."
Kaşlarımdaki çatıklık gitti, içimdeki tüm yenilgiler dindi.
İçimde müthiş bir ağlama isteği kabardı. Yıllar sonra ilk defa bu sesten kendi ismimi duymak resmen paramparça etmişti her yerimi. Onsuz geçirdiğim koskoca ömrü, üstüme geri yıkmıştı.
Ne kadar ilginçti. İnsan babası yaşarken yetim kalabilir miydi?
Yetim kalan ben değildim; ama çocukluğumdu.
Bana yaşattığı eziyetin farkında bile değildi. Sessizliği telkinlerle doldurmaya karar vermişti; yemin kisvesinde söylediği sözlerle, beni ikna etmeye uğraştı. "Yaptıklarımla övünmüyorum. Ama sen benim canımdan bir parçasın. Asla zarar vermem sana. Asla."
Merih'in yanından sıyrıldım, savsak birkaç adım attım.
O kadar büyük bir kırgınlık hissettim ki, ne yaparsam yapayım kendime sığdıramadım. Tek bir insana karşı duyduğum kırgınlık, hayatıma girmiş tüm insanlara dağıldı.
"Ama ben sana zarar verebilirim." Henüz o ne olduğunu anlayamadan Merih'in elindeki silahı çekerek aldım ve babama doğru yürüdüm. Namluyu suratına doğrulttum.
Ani bir hareketlenmenin rüzgarıyla kafeslendim; artık bütün silahlar benim üstümdeydi. Merih telaşla öne atılarak elini kaldırdı, adamları durdurmaya çalıştı.
Ama babamın öfkeli bağırışını duyana kadar, hiçbiri kılını bile kımıldatmamıştı. "İndirin şu silahlarınızı aptallar!"
Kızının gözlerinde gördüğü nefretin hıncını onlardan çıkarıyordu sanki; hiddetle adamlarına bakarak, tüm geceyi inletti. "Kızıma doğrulttuğunuz silahı bana da doğrultursunuz. Bana duyduğunuz sadakati ona da duyacaksınız. Bakın, tanıyın kızımı! Bundan sonra onun da emrindesiniz."
Birden öfkeme teslim oldum. "Kimsin ya sen? Ben senin kızın değilim! Kimsin sen?" Namlunun ucuyla göğsüne vurunca dudaklarımdan bir hıçkırık taştı. Sanki canı yanan o değildi de bendim. "İnsan kendi babasını tanımaz mı? Mümkün mü bu? Ben tanırım! Sen benim babam değilsin. Karıncayı bile incitmezdi benim babam..." Hissettiğim acı, tüm varlığımı yaraladı. Artık büsbütün kendime yenildim ve hıçkırarak ağlamaya başladım. "Küçükken evimize çok böcek girerdi bizim. Cemre'yle çok korkardık, hemen öldürmek isterdik. Ama babam öldürmemize izin vermezdi. Onun da yaşamaya hakkı var derdi..." Çaresizce başımı iki yana salladım; içten içe karşımda oluşunu inkar ettim. "Bana babamı geri verin. Lütfen."
Gözlerinde yaşlar birikti; sanki beni de içlerinde boğdu. Yavaşça omuzları çökmüş, yıkılmazlığını kaybetmişti. Artık acımasızca insanları katledebilen adamın kılığından sıyrılmış, çocukluğumdaki babam gibi bakmaya başlamıştı.
"Sana ne yaptılar böyle? Hiç yakışmıyor eline şu silah," diye mırıldandı, pişmanlıklarla dolu bir sesle. Yıllar sonra karşısında bulduğu evlat için kendisini suçluyordu. "Benim kızımın böyle insanların arasında ne işi var, hiç bilmiyorum. Ama ben kızımı geri verin bana demeyeceğim," Sesindeki acıyı hiddetiyle maskeledi. "Benden kızımı alanlara hesabını tek tek soracağım."
Sertçe namluyu göğsüne bastırdım. "Öyleyse önce ömrünü adadığın o cemiyetten başlayacaksın."
Umutla, kendisini savunmasını bekledim. Benim cemiyetle hiçbir alakam yok demesini istedim. Tek bir inkar duymayı bekledim. Ama dudakları hiç aralanmadı; çaresizliğimi, sessizliğiyle ıslah etmişti.
Elimdeki güç artık tükendi ve silah aşağıya kaydı.
Birden kolumda narin bir dokunuş hissettim. Merih'in hemen arkamdaki varlığını sezdim; usulca elimdeki silahı kavradığını fark ettim ama almasına engel olmadım. "Demre, bırak hadi güzelim."
Yavaşça silahı ona bıraktım. Ardından geriye çekildim, güçsüz bir sesle fısıldadım. "Lütfen gidelim buradan."
"Gidelim, tamam." Hızlıca elini sırtıma koyarak, beni etrafımıza örülmüş etten duvarın dışına yürüttü. Birisinin bizi durdurması ihtimaline karşılık, silahını yerine kaldırmamıştı.
Ama biz aralarından geçerken, adamların hiçbiri istifini bozmamıştı.
"Seni bu kirden uzak tutabilmek için çok çabaladım ama madem burdasın, artık yapacak bir şey kalmadı. Şu dakikadan sonra senden vazgeçeceğimi mi zannediyorsun, canım kızım?" Babamın kararlı sesini duyunca tüylerim ürperdi. Canım kızım. Omzumun üstünden ona baktım; ama yine de yürümeyi kesmedim.
Yerinden hiç kımıldamamıştı; ürkütücü bir kasvette, gidişimizi izliyordu.
Tam bu esnada, evin kapısında suratları maskelerle örtülmüş iki adam belirdi. Babamın da Merih'in de ilgisi bir anlığına bu iki karartıya kaydı. Kısa bir bakışma yaşandı; ama hiç kimse konuşmadı.
Merih önüne dönerek adımlarını hızlandırdı; gürültülü bir sessizlikte, beni arabaya doğru yürüttü. Babamdan uzaklaştıkça bedenimden kopuyormuş gibi hissettim; zihnimde kesintiler yaşandı. Bir an sonra kendimi arabada otururken buldum. Ne zaman bindiğimi anlayamadım. Elimdeki kurumuş kan izlerine baktım. Birkaç saniye sonraysa, kendimi altımızdan akıp giden yolu izlerken buldum.
Merih'in öfkeli sesiyle irkildim. "Siktir!" Hiddetle direksiyona vurunca kaşlarım çatıldı; üstümdeki uyuşukluk yavaşça dağıldı. "Yalan söyledi lan bana, gözümün içine baka baka yalan söyledi. Ulan başka neler saklıyor bu herif benden?"
"Kimden bahsediyorsun?" diye sordum, afallayarak.
Ama beni duymamıştı; kendi gürültüsüne o kadar kapılmıştı ki dışardaki her sese sağırlaşmıştı. Sonra birden uzandı, dikiz aynasından arkamızdaki karanlık yola baktı. "Hâlâ takip ediyor şerefsizler. Böyle giderse nerede yaşadığımızı öğrenecekler."
Şaşırarak arkaya bakınca, üç siyah minibüsün peşimizden geldiğini gördüm. Karanlık otobanda bizden başka hiç kimse yoktu. İçime bir karamsarlık yayıldı. "Babam mı o?"
"Babana şerefsiz dediğim için kusura bakma ama biraz hakkım var sanki." Merih burnundan soluyarak geri arkasına yaslandı. İki eliyle direksiyonu kavramıştı; ben hızlanacağını düşünürken, şaşırtıcı bir şekilde yavaşlamıştı. Döndü, gözlerimin içini kolaçan etti. "Emin olmak için soruyorum. Hâlâ benimle mi gelmek istiyorsun?"
Huzursuzluk hissederek, kaşlarımı çattım. "Evet, şu anda babamı görmek istemiyorum. Hazır hissetmiyorum kendimi." Sesime korku bulaştı. "Beni ona mı vereceksin yoksa?"
Tepkili bir şekilde yüzünü buruşturdu. "Asla istemediğin bir yerde bırakmam seni. Sadece yapacaklarımdan önce," Öne kaykılarak elini beline attı, silahını çıkardı. "Ne istediğinden emin olmak istedim."
Araba gitgide yavaşlarken, oturduğu yerde doğruldum. Elindeki silaha bakakalmıştım. "Ne yapacaksın? Neden duruyoruz?"
Birden frene asılınca hafifçe öne savruldum. Telaşla öne tutundum. Araba resmen otobanın ortasında, ıssızlığın ensesinde durmuştu. Merih silahın tetiğini çekerek, kapısını araladı. "Sen burada kal. Ben sevgili kayınpederime gitmesi gereken yolu tarif edip geleceğim. Belli ki yolunu şaşırmış."
Bir yanıt almayı beklemedi. Hızla arabadan çıkarak geceye karışınca, oturduğum yerde donakaldım. Panikle emniyet kemerinden kurtuldum; korkudan elim ayağım birbirine dolanmıştı. Aceleyle kendimi dışarıya atarak, soğuğun kucağına düştüm. Ayaklarıma dolanan elbisenin etekleri yüzünden tökezlemiştim; ama çabuk toparlandım. Henüz bir adım dahi atamadan, Merih'in elindeki silahı gökyüzüne kaldırdığını gördüm.
İki el ateş sesi patladı; etrafımızdaki ıssızlığı yaraladı.
Kopan gümbürtüyle asfaltın üstüne kapaklandım. Farkında bile olmadan ellerimi kulaklarıma bastırmıştım. Üç minibüsün ani bir frenle durarak, uzun bir kuyrukla yolu örttüğünü görünce yeniden doğruldum. Merih akıl almaz bir korkusuzlukla, içinde bir düzine adamı taşıyan minibüslerin üstüne yürüyordu.
"Kimse size nezaketin ne olduğunu öğretmedi mi?" Birden iki el daha ateş ederek beni tekrar sıçrattı; en öndeki arabanın lastiklerini patlatmıştı. Sonra kimseyi vurmayacağını anlatırcasına, silahını geri kaldırdı.
Ansızın savrulan kapılardan dışarı, yırtıcılardan farksız bir saldırganlıkla düzinelerce adam döküldü. Yine rüya mı görüyordum? Bazılarının elinde çivili sopalar tuttuğunu algıladığım an gözlerime kara perdeler devrildi. Soluklarım kesildi.
Titreyerek arabaya tutundum.
Babamın vakur bir tavırla lastikleri patlamış arabadan indiğini; başıyla belli belirsiz Merih'i işaret etttiğini gördüm. Onlarca adam, bu sözsüz emirle anında saldırıya geçti. Ne aralarında bir konuşma yaşanmıştı; ne de tereddütlü bir duraksama olmuştu. Hızla etrafını sararak, saldırmaya başlamışlardı.
Merih herkesi afallatan bir çeviklikle atağa geçmiş, resmen üç iri adamı yere sermişti; korkunç bir dövüşme tekniğine sahipti. Öyle ki, yıllarca bunun eğitimini aldığı belliydi. Ama ne kadar ehil olursa olsun, azman gibi saldıran bu kadar adamla tek başına mücadele edebilmesi olanaksızdı. Nitekim sırtına inen sopayla sendelemiş, ikinci darbeyle de dizinin üstüne devrilmişti.
Önünde dikilen adamın elindeki sopayı çivili olanla değiştirdiğini görünce, vücudumdaki tüm düğüm çözüldü. Tüm bu vahşiliği yalnızca tek bir kelime durdurabilirdi. Dudaklarımdan taşan çığlık geceyi ikiye yardı. "Baba!"
Herkesin durduğunu görünce, dehşet içinde ayağa kalktım. Rüzgarları savurarak koşmaya başladım; nefes bile almayı unutmuştum. Saniyeler içinde adamları yararak kendimi yere, tek dizinin üstünde bekleyen Merih'in yanına attım. "Lütfen vurmayın!"
"Demre sana arabada kal demiştim..." O kadar büyük bir acıyla kuşanmıştı ki kelimeleri bile sendeliyordu. Korku içinde vücuduna baktım ama görünürde hiçbir yara bulamadım. Ancak görememek her nedense beni daha da kötü hissettirdi; ağlamama ramak kalmıştı.
"Demre kalk yerden, çekil aradan." Müthiş bir öfkeyle babama döndüm. Akbaba gibi tepemizde dikilen adamlarını yarmış, yanımıza gelmişti. Eli, gecenin içinden bana doğru uzandı. "Bu delikanlının akıllanması şart. Durduk yere lastiklerimi patlatmanın bedelini ödeyecek."
"Hayır! Söyle şu kuduz köpek gibi saldıranlara, geriye çekilsinler," Hışımla etrafımdaki adamları gösterince gergin kımıldanmalar oldu. Hepsinin suratında, yedikleri hakaretin hoşnutsuzluğu belirmişti. "Kimse kocama elini sürmeyecek!"
"Neyine neyine?" Babam şok içinde üstüme yürüdü; ama görünmez bir duvara toslayarak durdu. Kendimi önüne siper ettiğim adama, sonra da bana baktı. "Kocama mı dedin sen?"
"Evet doğru duydun," dedim sertçe tersleyerek. "Merih benim kocam. Biz evliyiz."
Mutlak bir sessizlik oldu. Etrafımızdaki adamlar usulca bir adım geriledi. Babam kelimelerin diline küstüğü bir tutukluk yaşadıktan sonra, ancak toparlanabilmişti. "Şimdi anlaşıldı seni neden öyle koruduğu. Söyle bakayım, ne zaman evlendin sen bu adamla?"
Ayağa kalkarak, kolundan tuttuğum Merih'i de peşimden kaldırdım. Ama hâlâ öfkeyle babama bakıyordum. "Bir hafta önce."
Babam birden gülerek ellerini beline koydu; ceketinin kenarları katlanmıştı. Pusuya yatmış karanlıkta gözlerini gezdirdi. "Evlendin demek..." Sonunda gözleri tekrar bende takılı kaldı; içleri yargılarla dolmuştu. "Annenin haberi var mı peki bu evlilikten?"
Ondan bu kadar tasasızca bahsetmesi mideme bir sancı sapladı. Sanki... Kulaklarım uğuldamaya başladı. Merih'in kolunu tutan ellerim gevşedi, yavaşça iki yanıma devrildi. Sanki hâlâ hayatında olan birisinden bahsediyordu. Tüm zihnimi dağıtan bu düşünce, aynı anda beni de tutup silkeledi.
Yoksa annem bunca zaman babamın yaşadığını biliyor muydu?
Kendimi hiç olmadığım kadar aldatılmış hissettim. Cemre'yi düşününce yutkunamadım. Resmen iki yetişkinin bir türlü hayatına sığdıramadığı müsveddeler gibi büyümüştük. Otel odalarında sürünmüştük. Çünkü bize bu hayat mubah görülmüştü.
Ruhu çekilmiş bir beden gibi, arabaya döndüm. "Evime gitmek istiyorum artık. Rahat bırakın bizi."
"İki gün. Sana sadece iki gün veriyorum, Demre."
Bastığım zemini hissedemeyerek yürümeye başladım. Babamın söylediklerini duysam da ne durdum, ne de bir karşılık verdim. Kördüğüm hâlini almış duygularımla, arabaya geri döndüm.
Kendimi telaşla koltuğa bıraktım; resmen zangır zangır titriyordum. Ellerimle yüzümü örttüm, hiç kımıldamadan soluklandım. Ama sakin kalmalıydım. Çektiğim sancılar normaldi. Mantığımı yitirmem de normaldi. Bunca yokuşun arasında hemen düzlüğe varamazdım; yaşanılanları hazmedebilmek için kendime zaman tanımak zorundaydım.
Merih sessizce sürücü koltuğuna yerleşince, ellerimi yüzümden çektim. Başımı arkama yaslayarak kollarımı kendime sardım. Üstümdeki elbisenin ağırlığıyla enkaz altında bırakılmış; suratımda kuruyan kanla da lekelenmiş hissediyordum.
Bir an önce bu yüklerden arınmak için can atıyordum.
Eli kontaktaki anahtara gitmişti; arabayı çalıştırmadan önce gözlerimiz birbirine değdi. Aramızda hazin bir bakışma yaşandı. Bana kendimi daha da güçsüz hissettirdi. Söylenemeyen onlarca sözün izini taşıyan bir sessizlik başkaldırdı.
Yavaşça önüne geri döndü ve yola koyuldu. Uzun bir süre boyunca ne o konuşmuştu ne de ben. Gecenin inine doğru son sürat ilerlerken, ikimiz de ağır bir suskunlukta dışarıyı izlemiştik.
Ama sonunda sessizliği dağıtan da oydu. Gözlerini önünden akıp giden yola dikmişti. "Biliyor muydun?"
Döndüm, bir süre suratındaki kargaşayı izledim. Onu bu kadar bozguna uğratan neydi? Her neyse bu, bana kendimi suçlu hissettirmişti. "Baloda karşılaşacağımı biliyordum ama kim olduğunu bilmiyordum."
Sessizliğini geri kuşandı; eve varana kadar da bir daha hiç konuşmadı. Arabayı bahçenin önüne park edince, kendimi hızlıca dışarıya attım. Kapıyı yavaşça kapattım. Elbiseyi çekiştirerek doğruldum, gözlerimi yumdum ve bir süre hiç kımıldamadan soluklandım. İçimdeki hazımsızlık o kadar şiddetliydi ki yutkunmama bile müsaade etmiyordu. Keşke her şey bir rüya olsaydı da hemen şimdi uyanabilseydim. Kapının çarpmasıyla irkilerek gözlerimi açtım. Elimle karnımı tuttuğumu yeni fark etmiştim; sanki hazmedemediğim her şey gerçekten de içimdeydi.
Birden arabanın üstünden Merih'le göz göze geldim; ama bakışları içimdeki huzursuzluğu daha da kamçıladı. Hızlıca önüme dönerek bahçeye girdim, karanlığa gömülmüş olan eve yürüdüm. Kapıya vardığımda, peşimden gelmediğini yeni fark etmiştim.
Şaşırarak arkamı döndüm; karanlık bir silüet gibi demir kapının gerisinde dikiliyordu. Duruşu, suskunluğu ve uzun süre göz teması kuramayışı; her şeyiyle darmadağınık bir kılığı vardı. "Gelmiyor musun?"
"Gelmiyorum." dedi yorgun bir sesle. Aralık duran demir kapıyı kendisine çekerek kapattı; karanlığın devşirdiği artık gözlerini suratıma dikmişti. "Bir yere gitmem gerek, sen beni bekleme. Yat uyu, dinlen."
Keyifsizce gülerek önüme döndüm. İçimde nereye gittiğini soracak şevki bile bulamamıştım. "Uyuyabilirmişim gibi."
Aramızda başka bir konuşma geçmedi; ben evdeki ıssızlığı ağırlamak için içeriye girerken, o arabasına geri yürümüştü.
Birden bedenimdeki yaşam hiç olmadığı kadar azaldı. Sırtımı kapıya yasladım, gözlerimi sımsıkı yumdum. İçimde tümörü andıran bir şişkinlik belirdi.
"Ağlama." dedim kendime kızarak. Sanki yanaklarıma devrilen yaşların hepsi üstüme yük gibi biniyordu. Daha fazla kendimi taşıyacak mecal bulamadım; sendeleyerek yere çöktüm. "Ağlamasana..."
Hırsla elimdeki kadife eldiveni söküp attım, ardından diğerini çekiştirdim; yere fırlatarak ikisinden de kurtuldum. Babamın işlediği cinayet gözlerimin önünde belirince tekrar kanım dondu. Bacaklarımı kendime çekerek yüzümü kollarımın arasına sakladım.
Aylar önce, kitabevinde bana elini uzatarak bambaşka bir hayatın ihtimalini sunan Uraz'ı hatırladım birden. Her şeyi geride bırak, deyişini sanki yeniden duydum. Ben sana yardımcı olurum, girme o insanların arasına. Belki de o gün bana uzattığı eli tutsaydım, her şey çok farklı olacaktı. Bambaşka bir yerde, bambaşka insanlarla yaşayacaktım. Belki de hepsi benim suçumdu.
Ben o gün o eli tutsaydım, bugün birçok kişi yaşayabilecekti.
𓄅
Ertesi gün uyandığımda Merih hâlâ eve gelmemişti. Ne vestiyere bir kağıt bırakılmıştı; ne de telefonumun ekranında bir mesaj belirmişti. Bütün günümü evi temizlemeyle geçirmiştim; ama biliyordum, temizlemek için çırpındığım yer ev değildi. Zihnimdi.
Geceden beri düşünmekten öylesine yorulmuştum ki, artık bana şiddetli bir ağrı eşlik etmeye başlamıştı. Ama kendime engel olamıyordum. Gözümü yumduğum her an önüme babamın sureti beliriyor, yaptıklarıyla ve söyledikleriyle ruhumu boğazlıyordu.
Aklım bir türlü almıyordu.
Bir insanın bu kadar değişebilmesi mümkün müydü? Mümkün olmamalıydı. Yoksa değişim dediğin yalnızca içine gömdüğün bir şahsiyet miydi? Yıllar sonra mezarından kurtulan, sadece gerçek kimliğin miydi?
Belki de babam hep böyle biriydi. Çünkü mayasında kötülük olmayan bir insanın günahlarını bu denli kanıksayabilmesi, çok zordu. Silahı tutuşundan, aldırışsız ama ağırbaşlı tavırlarına kadar, sanki zaten bu şahsiyetin mayasıydı.
Birden evde yankılanan kapı ziliyle sıçradım. Merih sonunda gelmişti. Elimdeki bezi bırakarak, heyecanla kapıya koştum. Ama sonra koridorda duraksadım; üstümü başımı düzelttim. Ellerimin deterjan koktuğunu fark edince yüzümü buruşturdum. Ama bir çare de bulamadım; daha fazla oyalanmadan kapıyı açtım.
Ama eşikte aheste aheste sigarasını tüttüren Beren'i görünce, suratıma tokat yemiş gibi oldum. Gerçekten de karşımdaydı. Üstündeki kırmızı kürkü ve eldivenleriyle, bulunduğu yere epey tezat düşecek kadar da şıktı.
Şaşkınlıktan ne diyeceğimi bilemedim; bir yandan da başkası var mı diye öne eğilmiş, defalarca kez bahçeyi kolaçan etmiştim. "Beren senin burada ne işin var? Nereden buldun burayı?"
Sorularımı duymazdan geldi. Elindeki sigarayı duvara bastırarak söndürdü, izmariti bahçeye fırlattı. Gülümseyerek, "Evine davet etmeyecek misin yoksa beni, cimcime? Biz seni az mı ağırladık konağımızda?" diyerek sitem etti.
Kapıyla birlikte geriye çekildim. "Gel tabii, gel."
Topuklularıyla girecekken hızla elimi kaldırıp durdurdum. Kaşlarını çatarak gösterdiğim yere, pahalı ayakkabılarına baktı. "Ah, doğru," dedi gülerek. Hızlıca çıkardı, kenara itekledi. "Muasır bir medeniyette böyle alışkanlıklar edinebiliyor insan."
Sesine kasten kattığı böbürlenme beni güldürdü. Kapıyı kapatırken, alayla mırıldandım. "Sizdeki medeniyet tek dişi kalmış canavar ama sen bilirsin tabii."
"Öyle deme bakayım," Gülünç bir azarlamayla parmağını suratıma salladı. Kürkünü çıkarıp askılığa bırakmıştı. "Sen de bizdenmişsin sonuçta. Aynı medeniyetin insanlarıyız."
"Anlaşıldı senin neden geldiğin," Gözlerimi devirerek salona doğru yürüdüm. Kapıya yaslandım, davetkâr bir tavırla içeriyi gösterdim. "Gel önce soluklan biraz."
Evin sahibi edasıyla salına salına içeri girdi. Tekli koltuklardan birine geçerek, usulca oturdu. Bacak bacak üstüne attıktan sonra da bitap düşmüşçesine, nefesini koyverdi.
Dudaklarını birbirine bastırarak bordo rujunu iyice yedirdikten sonra, dosdoğru söze girdi. Lafı dolandırma gereksinimi bile duymamıştı. "Anlat bakalım, kendi babanın cemiyetini yıkmaya çalışmak nasıl bir hismiş? Artık beni istemediğin kadar iyi anlıyorsun."
Kahkahası odayı inletmişti.
Karşısına otururken hareketlerim ağırlaştı; zihnimdeki kargaşa yeniden canlandı. Ama hiçbir karşılık vermedim. Zaten bunun yanıt isteyen bir sorudan ziyade kışkırtma olduğunu biliyordum.
"Hayır ama çok tuhaf," dedi tekrar gülerek. Şaşkın şaşkın kaşlarını kaldırmıştı. "Gerçekten çok iyi rollenmişsin ya. Evimize gelen basit bir temizlikçinin birdenbire Bülent amcanın öz kızı çıkması, gerçekten vay anasını dedirtecek bir olay. Resmen cemiyetin kanını taşıyormuşsun be! Ama hadi yine iyisin," Gülümseyerek gözünü kırptı. "Fena rütbe atladın. Zirveye oynuyorsun kız, cimcime. Turnayı gözünden vurdun."
"Rol yapmıyordum ki," dedim, arkama yaslanırken. "Babamın yaşadığını bile bilmiyordum."
"Ama benim babam biliyordu." dedi, kurnaz bir bakışla. Bu detayın kendisini de şaşırttığı belliydi. "Aziz amca biraz geç kalmış, belli ama babamın başından beri bildiğine yemin edebilirim. O kadar işgüzar bir adam ki, seni konağa bu yüzden soktuğuna da eminim. Ama tabii," Derin bir nefesle tüm kasvetten arındı. "Başına bu kadar dert açacağını da hiç hesaba katmamıştı."
Dünden beri o kadar dağınıktım ki, bu gerçeği bile idrak edememiştim. Gerçekten de beni inine bu yüzden sokmuştu; keza bu yüzden yaşamama müsaade etmişti. Hiç tereddüt etmeden dört kişiyi katlederken, bende onu durduran şey de buydu. Önemli bir adamın kızı olmamdı. Birden gözlerimin içine baka baka söylediği sözler kulaklarımda çınladı.
"Sen benim en büyük kozumsun. Ölüm sana yasak, duydun mu beni? Çok düşmanın var ama ölüm onlardan biri değil. Ölüm senin tek dostun."
Tüylerimin ürperdiğini hissettim. Başından beri ellerinde evirip çevirdikleri, istedikleri gibi oynattıkları bir kuklaydım sadece.
"Bülent amcaya bak sen," dediğini duyunca kendi içimden sıyrıldım. Hayranlık duyduğu birisinden bahseder gibi, hulyalara dalmıştı. "Ne sürprizlerle dolu bir adammış meğer. Kim bilir başka neler saklıyor cemiyetten? Ama zaten Bülent amca benim hep favorim olmuştur."
Duyacaklarımdan ürktüm. "Tanıyor musun babamı?"
Gözleri beni buldu; tekrar tiz bir kahkaha attı. "Tanımaz mıyım ayol! Doğduğumdan beri tanıyorum. Elinde büyüdüm desem, yalan olmaz. Küçükken bana hep oyuncaklar alırdı, çok sıcakkanlı bir adamdı."
Sanki içimde bir ev yandı. Öyle çaresiz, öyle savunmasız hissettim. Bizden sakındığı babalığını başka çocuklara bonkörce yaşattığını duymak, sokakta kalmışlıkla aynı hisse sahipti.
"Bana hep iyi davranmaya devam etti," Sesine odaklanmak için üstün bir çaba sarf ettim. "Ama son altı senede bambaşka bir adama dönüştü. Eski yumuşak başlı, anlayışlı hâlinden eser kalmadı," Kendi nüktesine güldü. "Bütün cemiyete korku salan bir adam oldu resmen."
"Neden peki?" Dikkatim dağılmıştı; çünkü aynı sözleri hastanede ziyaretime geldiğinde, Aziz'in de sarf ettiğini hatırlamıştım.
"O kadarını bilmiyorum," dedi dürüstçe, omuzlarını silkerek. "Babamın anlattığı kadar biliyorum her şeyi, maalesef ki."
"Babamla," Bunu dile getirmek bile canımı yakıyordu. "Babanın arasında nasıl bir ilişki var? Yakınlar mı?"
Cemiyete dair her şeyden bihaber olmam onu keyiflendirmişti; bir süre acizliğimi gülümseyerek izledi. "Kardeş gibiler."
Enseme keskin bir ağrı saplandı. Öne eğilerek dirseklerimi dizime yasladım, yüzümü örttüm. Şaka olmalıydı bu. Parmaklarımı saçıma geçirerek önümden çektim. Arkadaş ya da yoldaş olmalarını anlardım; ama kardeş gibiler demek bambaşka bir tasvir şekliydi.
"Biraz yıkılmış gibisin," Sesindeki kinayeyi duyunca ters bir bakış attım. Gülerek ellerini iki yana kaldırdı. "Bakma öyle, benim bir suçum yok. Aziz, Bülent ve Tan; bu üç adam resmen kardeş gibi büyümüş. Yedikleri, içtikleri, hatta işledikleri günahlar bile ayrı gitmemiş. Yani anlayacağın bu cemiyetin başında üç koltuk var; üçünde de bu adamlar oturuyor. Ama dediğim gibi sen turnayı gözünden vurdun, en güçlü koltuğu kaptın."
Kendimi tutamayarak acı acı güldüm; yalnızca birkaç hafta önce bana soyadını vererek güç vaadeden Aziz'i anımsamıştım. Sırf bu zoraki durumdan kurtulabilmek için de apar topar Merih'le evlenmiştim. Ne kadar da ironikti. Aslında kendi soyadım istemeyeceğim kadar güce sahipti.
"Babam nasıl en güçlüleri oldu? İçlerinden en genci..."
"Orası öyle de koltuk büyükten küçüğe devrolduğu için büyük amcan aradan çekilince, sorumluluk babana kalmış," dedi, kayıtsızca. Tek omzunda topladığı saçlarını usulca örmeye başlamıştı.
"Evet, büyük amcam genç bir yaşta ölmüş." dedim, dalgınlaşarak. Yavaş yavaş her şey yerine oturuyordu.
Yavaşça başını salladı ve sözüne devam etti. "Baban altı sene önce kızını kaybedince değişti zaten," Kalbimin durmasından korktum. Gözleri beni bulmuştu; artık içlerinde sinsilik dolu bir renk vardı. "İntikamını almaya çalıştığın kardeşinden bahsediyorum. Ondan sonra bütün vicdanını yitirdi. Ulaşması ve anlaşması zor birine döndü."
Söylediklerinin üstüne tek bir söz bile koyamıyordum. Duyduğum her gerçekle birlikte sanki daha da çok azalıyordum. "Peki başka ailesi var mı?"
"Hayır yok." Başını iki yana salladı. "Başka yerlerde sakladığınız kardeşin falan yoksa, geriye kalan tek ailesi sensin."
Şaşırmıştım. "Hiç mi olmadı başka ailesi?"
Umursamazca omuzlarını silkti. "Olmadı diye biliyorum."
Bir süre ikimiz de konuşmadık. Gözlerini salonda gezdirerek, "Eviniz güzelmiş, sevdim." dedi, içtenlikle. "Artık ağırlarsın beni sık sık. Ne de olsa aile dostu çıktık."
Son sözü iyice tadımı kaçırmıştı. "Bunları konuşmak için mi gelmiştin?"
"Evet, dün gece ne kadar şok olduğumu anlatmama gerek yok herhalde? Seninle konuşmam gerekiyordu," dedi bariz bir durumu izah eder gibi. Saçına doladığı parmakları durmuştu; örgüsünü yarım bırakmıştı. "İlayda'ya yazık oldu diyemeyeceğim maalesef. Delinin tekiydi," Ağır ithamını savunarak, elini göğsüne koydu. "Bak ben de deliyim ama bu yamyamlar benden de deli. Aramızdaki tek fark, benim teşhisli olmam."
İlayda'dan bahsetmesi midemi kavurmuştu; tabağa devrilen başı zihnime döküldükçe içimde kusma isteği kabarıyordu. "Kendine haksızlık etme, sen bunların yanında akıllı sayılırsın. En azından senin zararın sadece kendine."
Gevşek gevşek güldü. "Ne güzel söyledin öyle. Ceren duysaydı bunu, tahrik olurdu."
Ters bir bakış attım. "Selamımı da ilet o zaman."
Derin bir soluk çekerek, ayaklandı. "Görürsem iletirim tabii. Evlendiğini duyduğundan beri ortalıklarda yok," Kendi hastalığıyla alay edercesine kıkırdadı. "Her neyse, ben gideyim artık. Kocacığın nerde bu arada?"
Salondan çıkınca, ben de peşinden gittim. "İşleri var."
Askıdaki kürkünü giyerken bana anlamlı bir bakış bahşetmişti. Eldivenleri itinayla parmaklarına geçirdi. "Vardır tabii, bir ton işi vardır şimdi onun."
Sesindeki bilmişlik bana kaşlarımı çattırmıştı; ama hiç sorgulamaya kalkışmadım. Zira bu soruların yanıtını kimseden alamayacağımı artık anlamıştım. Artık öğrenebilmek yalnızca benim çabama bağlıydı.
Kapıyı açarak ayakkabılarını giydi. Sonra birden yeni anımsamış gibi bana döndü. "Sokakta bir sürü adamın volta attığını biliyorsun, değil mi? Bülent amca evinizi kalkan gibi sarmış resmen."
"Ne?" Şaşırarak dışarıya uzandım; bahsettiği adamları görmeye çalıştım. Gerçekten de sokağın karşı tarafında, siyahlar içinde bir adam dikiliyordu. Huysuzlanarak geriye çekildim. "Demek öğrenmiş nerede yaşadığımızı."
"Her şeyi öğrenmiştir o, korkulacak adam valla." dedi, neşeyle merdivenleri inerken. "Hadi görüşürüz, şekerim."
Arkasına bakmadan aheste aheste yürümeye koyuldu. Zemini çiğneyen topuklularıyla, usulca uzaklaşmasını izledim bir süre. Sokağın kıyısındaki adamla göz göze gelince sinirlenerek geri içeriye girdim. Kapıyı üst üste kilitledim.
Günün geri kalanını da her yarım saatte bir evin bahçesini kolaçan ettirecek bir huzursuzlukla geçirdim. Hava kararmaya başlayınca iyice meraklanmış Merih'i aramayı düşünmüştüm; ama sonra hayatına karışmamam hakkında yaptığı konuşmayı hatırlayıp, geri vazgeçmiştim.
Sırf evde ses olması için televizyonu açarak, koltuklardan birine kıvrıldım. Kör gözlerle izlediğim uzun dakikaların sonunda, uykusuz geçen gecenin ağırlığı üstüme çöktü ve usulca zihnimin ışıkları söndü. Ama bu çok sığ ve huzurdan yoksun bir uykuydu.
Nitekim kapının açıldığını duyunca, anında uyanmıştım.
Yattığım yerde doğrulduğum an, eşikte beliren Merih'le göz göze geldim. Görünmez bir kapı varmış gibi, öylece kaldığı yerde dikildi bir süre. Hâlâ sinirli miydi? Belli belirsiz gülümsediğini görünce içime bir hafiflik nüksetti.
"Yine burda mı uyudun?" dedi, içeriye girerek. Yanıma geleceğini zannederken, önümden geçip gitti. Açık kalmış olan televizyonun düğmesine basarak kapattı. Odayı loş bir karanlığa hapsetti. "Odana geç istersen."
Karanlığın içinden gözlerine ulaşabilmek için uğraştım. Soğuk ya da nobran bir tavrı yoktu; ama bariz bir mesafesi vardı. Hatta o kadar somuttu ki bu mesafe, odaya girdiği an aramıza bir uçurum sokmuştu.
Boğazıma bir yumru oturdu. "Öfkeli misin bana?"
Sorunun aniliğiyle şaşırdı ama yerinden hiç kımıldamadı. Başını önüne eğerek gözlerini ovuşturdu; dertli birisi gibi nefesini üfledi. Sonra geri doğruldu ve yine kısa bir yanıt verdi. "Öfkem sana değil."
Arkama yaslanarak kollarımı kendime sardım. "Ama ben de nasibimi alıyorum sanki bu öfkeden."
Sesimdeki kinaye odadaki tek gürültü oldu bir süre. Benimle atışarak gerginliği harlayacağını zannederken, birden sakin sakin kapıya yürüdü. "Böyle hissettirdiysem kusura bakma."
Başka hiçbir açıklama yapmamıştı. Bu kadardı. Benimle polemiğe girmekten kaçarcasına uzaklaşmayı yeğlemişti. Duygularındaki eylemsizlik birden bana kendimi kötü hissettirdi. Susması, tartışmasından çok daha can sıkıcıydı. Sanki bana fazladan bir sözü bile değer görmüyordu.
Sırf benimle konuşmasını sağlayabilmek için konuyu değiştirdim. "Beren geldi bugün."
Henüz koridora çıkamadan durdurabilmiştim. İlgisini çekmişti duydukları; merakla bana döndü. "Beren mi? Ne işi varmış burda?"
"Konuşmak için gelmiş," dedim, omuzlarımı silkerek. Konuşmayı uzatabilmek için dikkat çekici detaylar hatırlamak için cebelleşiyordum. "Evin dışında adamlar görmüş. Sanırım babam..." Bakışlarında bir şeyler değişti; telaşlanarak bir süre duraksadım. Sonra daha kısık bir sesle, sözüme devam ettim. "Nerede yaşadığımızı öğrenmiş."
Yalnızca, "Biliyorum, gördüm." demekle yetindi. Hiçbir karşılık veremediğimi görünce tekrar gitmeye hazırlandı. "İyi geceler."
Kendimi tutamadım, telaşla araksından seslendim. "Merih?"
Yine yarı yolda durarak kapıya geri döndü. Alnını ovuşturarak tek kolunu eşiğe yaslayınca kazağı yukarıya sıyrıldı, çıplak tenini açığa çıkardı. Görmezden gelerek, çabucak gözlerine geri yükseldim. Loş karanlığın ortasında, neşesiz bir hâlde söyleyeceklerimi bekledi.
"Şey diyecektim," Hâlâ tek kelime bile etmiyordu. Bakışları o kadar kesintisizdi ki, beni konuşmadan önce defalarca kez düşünmeye mecbur bırakıyordu. "Benimle yatar mısın?" Elim ayağım birbirine dolandı. "Yani yanıma yatar mısın?"
Konuşmadan önce o kadar düşünmeme rağmen ağzımdan bu saçmalığın çıkması, kendime olan güvenimi resmen yerle yeksan etti.
Merih'in odayı dolduran ani gülüşü, içimde daha çok yerin dibine girme arzusu kabarttı. Bütün gerginlik, bu sesle defedilmişti sanki. Ama ben onu güldürebilmiş olmanın mutluluğunu bile yaşayamamıştım.
"Yatarım tabii." dedi, kolunu eşikten çekip yanıma gelirken. Yaklaştıkça, dudaklarındaki gülümseme de görünür oldu. Önümde durarak, oturduğum koltuğu gösterdi. "Burda mı yatalım istersin?"
"Evet, burda yatalım." dedim, iyice arkaya kayarak.
Yanıma oturarak koltuğu hafifçe sarstı. Omzunun üstünden bana baktı. "İkimiz için biraz küçük değil mi bu koltuk? Sıkıştırırım seni burda."
Daha iyi işte.
Zihnimdeki arsız sesi duymazdan gelerek, kolunu tuttum. Yatması için arkaya doğru itekledim. "Sığarız bence, deneyelim."
İtirazsıca uzanarak, kolunu başının altına sıkıştırdı. Kazağı yine yukarı kayınca çekiştirerek geri indirdi. Niye kapatmıştı ki? Olabildiğince uca kaykılarak, bana yer açmaya çalıştı ama bu çabanın pek de faydası olmadı. O kadar iriydi ki gerçekten de bütün koltuğu tek başına kaplamıştı. Üstelik sığamamıştı da; tek bacağı koltuğun dışına sarkmıştı.
Uzanarak dizine vurdum, bacağını koltuğun üstüne çekiştirdim. "Düzgün yatsana, içim rahat etmez benim böyle."
Bacağını kaldırmak için cebelleştiğimi görünce kaldırdı, biraz daha kaykılarak tamamen uzandı. Sığamadığım için dizlerimi kırarak kendime çektim; ayaklarımı mecburen iki bacağının arasındaki boşluğa koymuştum. İki büklüm oturuşuma bakarak güldü. "Hadi tamam ben yattım da sen nereye yatacaksın?"
"Buraya." Karnının üstüne koyduğu elini tutarak kolunu kaldırdım. Suratımdaki gözlerden kurtulmak için aceleyle göğsüne uzandım, yanındaki daracık boşluğa kıvrıldım.
Bir an ne yapacağını şaşırmış gibi, kolu havada asılı kaldı.
Sonra yavaşça aşağıya indirdi. Kolunun ağırlığı üstüme çökmüş; eli içgüdüsel olarak belimi bulmuştu. Buna rağmen sığmakta güçlük çektiğim için, bir bacağımı onun bacaklarının arasına sıkıştırmak zorunda kalmıştım. Biraz fazla yakındık. Ama bu yine de bana kendimi rahatsız hissettirmemişti. Kolumu karnının üstünden geçirerek, tüm ağırlığımı ona bıraktım.
O kadar sıkışmıştık ki, sanki sadece tek bir bedendik.
Yanağımı göğsüne yaslayınca kalbinin atışlarını duydum, gülümsedim. O kadar hızlıydı ki vuruşları birbirine karışıyordu. Fakat yine de benimki kadar değildi. Göğüs kafesimde yumuşak bir zelzele vardı sanki; tüm kaygılarımı, korkularımı bana unutturuyordu.
Çok tuhaftı; biraz da ürkütücüydü. Birkaç dakika önce bütün bedenimi ele geçiren endişeler, şimdi neredeydi?
Daha önce hiç kimse bana böyle hissettirememişti. Kimse, ıssız yerlerimde mutluluklar yeşertememişti; kendi kalbinin vuruşlarıyla bana yaşadığımı hissettirememişti. Nabzımın başkasıyla bir atmasını bana hiç istetmemişti. Tek bir dokunuşuna muhtaç; tek bir gülüşüne yoksun hissettirememişti.
Daha önce hiç kimse bana varlığını böyle hissettirememişti.
Kulaklarımda uğuldayan kalbini dinlerken, birden dilimin ucuna kadar tırmanan itirafın korkusuyla doldum. Gerçekten söyleyecek miydim? Doğru zaman bu muydu? Bir kere ağzımdan çıkarsa, geri alınamaz bir söz olacaktı bu. Hazır mıydım gerçekten? Emin miydim peki hislerimden? Fakat bunu sorgulamak bile ahmakçaydı. Hiç olmadığım kadar hazır hissettim birden. Kendime bile sesli söyleyemediğim sırrı, ona teslim edebilmenin arzusuyla doldum.
Canımı yakan bir nefes alarak, hevesle dudaklarımı araladım.
Ama konuşmaya fırsat bulamadım. "Eğer istersen, boşanabiliriz."
Dudaklarım aralık kaldı; uzun bir süre nefes bile giremedi. Yanlış duyduğumu zannettim; göğsümdeki duyguların hızla bambaşka bir hâle evrilmesi beni korkuttu. Müthiş bir şokla göğsüne tutunarak doğruldum, geri oturdum. "Ne?"
Karanlıkta iki ay parçası gibi parlayan gözlerine baktım.
Bir süre hiç kımıldamadı; fakat sonra o da doğruldu, dizini kırınca üstündeki bacaklarımı da kendisine çekmiş oldu. Elini üstüne koydu; ama ben bu dokunuşu bile hissedemedim. Sanki tüm hücrelerim uyuşmuştu.
Nazik bir sesle, gözlerimin içine bakarak mırıldandı. "Başından beri istediğin güç zaten kendi soyadında var, artık biliyoruz bunu. Bu anlaşmalı evliliğe katlanmak için bir sebebin de kalmadı. Aynı evde yaşamamızın seni tedirgin ettiğini, bana güvenmediğini görebiliyorum. Böyle huzursuz yaşamanı istemiyorum, Demre. Eğer istersen, tek celsede boşanabiliriz."
Muazzam bir acı parçaladı göğsümü; hissettim, oluk oluk kanadım. Gözlerime yaşlar saldırdı. Uzun bir süre sesim çıkmadı; kelimelere dokunamadı. Sonunda dudaklarımdan dökülebilen yalnızca çelimsiz bir fısıltıydı. "Ama daha incirler çiçek açmadı ki."
Gözlerinde çıplak bir acı belirdi. Buruk bir sesle, adımı fısıldadı. Öylesine duygu yüklemişti ki üstüne, sanki bu isim bana ait değildi.
"Boşanmak mı istiyorsun benden?" Sesim o kadar kısıktı ki beni duyamamasından ürktüm; ama o benim fısıltımı bile duyabilen biriydi, biliyordum.
"İstemiyorum dersem bencillik olur." dedi, incitmekten korkan bir naziklikte. "Çünkü senin bu evliliğin içinde huzursuz olduğunu görebiliyorum. Böyle bir durumda benim isteyip istemememin bir önemi kalmıyor. Sadece mutlu olmanı istiyorum."
Yanağıma devrilen yaş sıcaklığıyla tenimi kavurdu. Resmen etrafa saçılmış, parçalanmıştım. Başından beri ona huzursuzluğumu aksettirdiğimin farkındaydım fakat bu boşanmak istediğim anlamına gelmiyordu. Duygularını kabul edemeyecek kadar ürkek birisi olmuştum sadece. Boşanma fikri aklımın ucundan bile geçmemişken onun kendi içinde bunu muhakeme etmiş olması, diri diri gömülmek gibi bir histi.
Kırgın bir sessizlikte gözlerinin içine baktım. Konuştuğumda, aynı kırgınlığın sesimi de parçalara ayırmış olduğunu duydum. "Ama ben zaten yanında mutluyum."
Bir şeylerin elimden kaydığını hissettim ve birden arsız bir cesaretle doldum. Tek elimle omzuna tutunup ona doğru sokuldum; acemi bir telaşla gözlerimi yumdum. Dudaklarımız birbirine değdiği an, kalbim duracak kadar yavaşladı.
Elimin altındaki bedeni kaskatı kesildi; kısa bir an, sadece kısacık bir an, hiç kımıldamadı. Sonra tüm donukluğu çözüldü. Eli yanağımı üstüne kapanırken, dudakları usulca aralandı. Nevrimi döndüren bir yavaşlıkta öpmeye başladı. İlk cesur adımı atmanın ağırlığıyla, tüm hâkimiyeti ona bıraktım. Eğer bu bir rüyaysa, lütfen hiç uyanmayayım. Kalbim sanki patlayacakmış gibi kabardı; bütün göğsümü kapladı. Nefesini tenimin üstünde hissetmek başımı döndürdü; birden alt dudağımı dişlediğinde bütün dirayetimi benden alıp götürdü. Dudaklarımdan kesik bir inilti döküldü.
Bu arzu dolu ses onun da dirayetini yıkıp geçti.
Birden hareketleri alevlendi; daha da üzerime eğilerek iki eliyle yüzümü kavradı. Ama bu teslimiyet çok kısa sürmüştü. Sanki kendisini kaybettiği bu birkaç saniyelik ân, ona ne yaptığını hatırlatmıştı. Aniden durarak, dudaklarımdan ayrıldı ve beni nefes nefese bıraktı.
Kaşlarını çatarak sımsıkı gözlerini yumdu. Durmuş olmanın düş kırıklığı canımı yaktı. Gözlerini geri araladı; içleri karmakarışık bir duygu silsilesiyle dolmuştu. O da soluk soluğa kalmıştı; öyle ki göğsü hırçın bir denizde mahsur kalan tekne gibi, inip kalkıyordu.
Arzularını bastırarak, tekrar hâkimiyetine kavuşmaya çalıştı. Tek kelime bile çıkmamıştı ağzından; ama her nasılsa, çok şey anlatmıştı. İçimde kalan son cesaret kırıntısını, saklayamadığım bir arzuyla tekrar dudaklarına uzanarak kullandım.
"Demre." Fısıltısı beni durdurdu. Hafifçe geriye kaçılması, içimde bir şeyleri devirdi. Ama yine de beni bırakmadı. Yüzümü tutmayı sürdürerek, alnını alnıma yasladı ve sadece tek bir kelime söyledi. "Lütfen."
Birçok ricayı içinde barındıran bir yalvarıştı bu. Hem çaresizlikten tükenmişti; hem de arzudan dolup taşmıştı. İliklerime kadar hissedebildiğim bir çatışmaydı.
Gözlerimin dolduğunu hissettim. Bu kadar yakınımda olmasına rağmen dokunamamak, sanki ruhumu kanatmıştı. Umarsızca başımı salladım ve sessizce uzaklaşarak, arkama yaslandım. Bu kadar yakın durmak her şeyi daha da zorlaştırıyordu; o da farkındaydı, hızlıca yüzümü bırakarak tıpkı benim gibi geriye çekilmişti.
Sanki dudakları hâlâ dudaklarımdaydı; gerisinde bıraktığı hissiyat dipdiriydi. Hiçbir şey yaşanmamış gibi konuşmadığım müddetçe geçen her saniye daha da katlanılmaz olacak gibiydi. Gözlerine bakamayarak, fısıldadım. "Ben boşanmak istemiyorum ama sen istiyorsan, boşanabiliriz tabii."
"Hayır, istemiyorum." dedi, nefeslerini yatıştırmaya çalışırken. Biraz daha geriye kaykılmış, benden olabildiğince uzaklaşmıştı. "O hâlde sorun kalmadı."
Ansızın gözlerimiz birbirine değdi; ama bu çok anlık bir bakışmaydı. Çünkü ben anında gözlerimi kaçırmıştım. Ona baktıkça, reddedilmenin verdiği ufalma hissi beni daha da boğazlayacak gibiydi.
"Demre..." İsmimdeki yoğunluk tekrar kalbimi hızlandırdı; baştan aşağıya kaskatı kesildim. Geri yanıma sokulduğunu sezince nefeslerim tükendi; ama başımı kaldırıp da suratına bakamadım.
Tam bu esnada zil çaldı.
Korkuyla irkilerek Merih'e baktım. Kaşlarını çatarak geriye çekilmiş, dışarıya kulak kesilmişti. Duvardaki saat geceyarısını gösteriyordu. Bu saatte kim gelmiş olabilirdi? Merih yavaşça ayağa kalkınca ben de peşine düştüm. Koridora çıkıp, vestiyere bırakmış olduğu silahı eline aldı. Ben sessizce kenarda beklerken, kapıya sokularak deliğinden dışarı baktı.
Sonra ağır ağır geriye çekildi. "Baban."
Birden kalbim tekledi. Açıp açmamak arasında kararsız kalmışken, Merih benden önce davrandı. Aralanan kapı, soğuk geceyle birlikte babamı açığa çıkardı.
Önce damadına bakan koyu gözleri, usulca bana kaydı.
"İki gün doldu." Gülümseyerek, kolundaki altın saate vurdu. "Seni evimde misafir etmek için almaya geldim. Eğer istersen tabii."
Merih geriye çekilirken, bana kısa bir bakış bahşetti; ardından dümdüz karşıdındaki duvara bakmaya başladı. Hiçbir fikir beyan etmemişti; aramıza girmeye niyetli değil gibiydi. Nasıl bu denli soğukkanlı kalabiliyordu? Sanki aramızda hiçbir şey yaşanmamıştı.
Geceyarısı babam kapımıza dayanmışken, söyleyecek tek bir lafı bile yok muydu? Bana karışması hoşuma gitmeyecekti belki; fakat hiç karışmamasından çok daha iyiydi.
"Tamam," dedim, hiç düşünmeden. Bir süre birbirimizden ayrı kalmamız daha iyiydi belki de. Zaten suratına bakacak en azami cesareti kendimde bulabilmek için de zamana ihtiyacım vardı. Reddedilmiş olmayı sindirmem gerekiyordu. "Tamam, gidelim."
İkisi de şaşırarak bana baktı.
Askılıktan ceketimi alarak üstüme geçirdim ve resmen kaçarcasına kendimi evden dışarıya attım. Hayatımda önem verdiğim yalnızca iki adam vardı; fakat ikisi de bana yabancıydı. Henüz evlendiğim adamı tanıyamamıştım; ama bu gece belki babamı tanıyabilirdim.
𓄅
Arkadaşlar töbe haşa ama bunların arasındaki çekim bütün ülkenin elektriğini sağlayabilecek bi hâle gelmeye başladı durduramıyorumm nabıcaaz 😔🙏🏻✨ Pekiii Demo'nun daha ilk reddedilmede baba ocağına dönüş hızı hdkdkdjğ Bunu yaptığım için yargılanıcakmışım... Ama hakim bey dönme dolapta kendisi de Merih'e 'dur' demişti sanki gün geldi devran döndü sankiii 🙏🏻✨✨ Neyse iyi yönünden bakalım biz, yoksa Bülent'le gidip cemiyetle ilgili her şeyi nasıl öğrenecektiii bu kız 🤫
Peki biraz da Beren hanımın Kalender ve Akın beyefendiyi tanımasını hakkında konuşabilir miyiz??? (konuşamayız hehehejd 🤫🤫🤫)
Haftaya cumartesi görüşürüüüzz ❤️🔥❤️🔥❤️🔥
Azalmadan, çoğalarak.
Fiysa
Yorumlar
Yorum Gönder