41

 Selamlaaarrr 🤎 Size öyle bir bölüm getirdim kiiii aynı şöyleydim yazarkeen 🙈 Merih ve Demre'nin şimdilik böyle bir hesaplaşma yaşamaları gerekiyordu bence 🥲 Fazla konuşmadan burayı size emanet ediyorum çünkü konuşursam susamam kendimi tutamamm. Yorumlarınızı ve oylarınızı benden esirgemezseniz çok sevinirimm. 🥹🤎✨


41: KÖRLER ÜLKESİNDE AYNA



Kendime kızamıyordum; çünkü evimdeki yangını görmezden gelmek isteyen bendim. 


Henüz evliliğimizin ilk gecesinde bile yan odamdaki yangını bilmeme rağmen, küllerine kör kalmak isteyen bendim. Kendisinden nefret etmeme sebep olacak gerçekleri bana vaat ettiğinde, ilk defa anlatacağım dediğinde, duymak istemeyen de yine bendim.


Bu yüzden ikimizi de kızamıyordum; elbet bir gün onun hayatı hakkında bazı hakikatleri öğreneceğimi biliyordum. Belki de sadece bu kadar ani olmasını beklememiştim.


Kör gözlerle, beni ona götürecek olan karanlık merdivene baktım. Yutkundum, boğazıma kadar tırmanan ağlama isteğini sindirdim. Beni bekliyordu. Babamın boşanmamı istediği adam her şeyden habersizce, odamda beni bekliyordu.


Aylarca bütün anlamlardan duygularımı uzak tutmuş; hepsini teker teker anlamsızlığa mahkum etmiştim. Ona karşı bir şeyler hissetmekten korkmuştum; duygularıma inanmaktan kaçmıştım. 


Fakat artık kaçacak takati kendimde göremiyordum; inancımı sarsacak tek bir inkar kırıntısı bile bulamıyordum.


"Hangi koşullarla ve sebeplerle evlendiğinizi bilmiyorum ama bundan sonra yanında bir baban var. Artık yalnız değilsin, boşan o adamdan."


Merdivene doğru yürüyerek, babamla arama soktuğum kapıdan uzaklaştım. Issızlığın pusuya yattığı holü de geçtim ve ağır ağır basamakları tırmandım. Elimi ahşap tırabzanın üstünde kaydırarak, son basamakta durdum.


Önce kimsesiz koridora, ardından kapalı bir hâlde bekleyen odamın kapısına baktım.


Babamın sesi tekrar kulaklarımda çınladı.


Elimle yüzümü örttüm, sımsıkı gözlerimi yumdum. Dimdik durmaya çalışan bedenim tekinsizce sallandı; sanki bacaklarımdaki tüm güç eridi. Bütün bu baskı ansızın çok ağır geldi. Taşıyamaz oldum. Ölgün bir çiçek gibi, öne doğru büküldüm. Sırtüstü arkaya devrilecekken, hızlıca kalçamı tırabzana yasladım; kendi ağırlığımdan kurtuldum.


Gün geçtikçe her şey daha da kötüleşiyordu. Artık etrafımda yaşanan her vukuatın düğümü sanki boğazıma atılıyordu; ölüm kokan urganlardan farksızdı. Nasıl çözecektim bu düğümleri? Var gücümle içimdeki mahkemelerde onu aklamaya uğraştıkça, önüme başka bir infaz seriliyordu. Ve elimi kolumu bağlıyordu.


Neden kötüye hizmet etmek zorundaydı? 


Gözlerime batan yaşlar tüm dünyamı bulanıklaştırdı; ama zihnim hiç olmadığı kadar berraktı. Bir insan nasıl hislerine hükmedemezdi? Bunlar sadece soyut olgulardı. Nasıl insana hükmedebilirdi? Ayakta kalmak için çok direndim ama yapamadım. Tırabzana tutunarak yavaşça ilk basamağa düştüm. Soğuk demirlere yaslandım.


Neden kendime hükmedememiştim? 


"Neden?" Çaresizliğimle boğazlanarak, sessizce ağlamaya başladım.


Neden ona aşık olmuştum?


Kör kurşunlar gibi yanaklarıma devrilen sıcak yaşları sildim. Duygularımın en dibine çakılmış olmak, sanki beni yine yoksunluğun kıskacına sürüklemişti. Göğsümde beni tiksindiren bir arzu kabardı. 


Susuzluktan körelerek, yutkundum; Beren'in balo günü suratıma üflediği duman, sanki tüm tazeliğiyle tekrar üstüme esiverdi. Kokunun her zerresini bu kadar kusursuzca hatırlamak beni afallattı; ama daha çok da korkuttu.


Hiçbir zaman bitmeyecek. Hiçbir zaman kurtulamayacağım.


Çaresizce başımı önüme eğdim; kesik bir hıçkırığın dudaklarımdan fırlamasına son anda engel olabilmiştim. Acınası bir hâldeydim. Dalgalı bir deniz gibi, tekrar kıyılarıma ağlama arzusu vurdu.


"Demre?"


İrkilerek başımı kaldırdım. Omzumun üstünden Merih'le göz göze gelince şaşırdım; oysa ki kapının açıldığını bile duymamıştım. Suratındaki şaşkınlığın, çattığı kaşlarıyla endişeye evrildiğini görünce geri önüme döndüm. Hızlıca yanaklarımı sildim.


Ama ondan saklanma çabam, birden yanıma gelerek basamağa oturunca tamamen kifayetsiz kaldı. Bütün evi dolduran varlığıyla beni kapanına aldı. Boyu o kadar uzundu ki ben yalnzıca tek bir basamağı kaplamışken, onun bacakları üç basamağa birden yayılmıştı.


Tek dizini kırarak bana döndü, gözlerime tutunabilmek için öne doğru eğildi ve ısrarcı bakışlarıyla beni ablukaya aldı. "Neden ağlıyorsun?"


Sorusu, ağlama isteğime inen bir kırbaç gibiydi; tekrar göğsümde şahlanmıştı. Zar zor yutkunarak, gözyaşlarımı durdurmaya çalıştım. Şu hâldeyken karşısında durmak, isteyeceğim son şeydi.


"Bunaldım sadece," Kaçamak bir bakış atarak tekrar başımı önüme eğdim. "Önemli bir şey yok."


Kederli bir nefes aldı.


"İstersen hemen şimdi buradan götürebilirim seni." Sesindeki şefkat, gözlerime ufak iğnelerin batmasına neden oldu. Usulca saçımı kulağımın arkasına kıstırınca ürperdim; ama yine de başımı kaldırıp yüzüne bakamadım. "İstersen hemen gidebiliriz buradan." 


Ama hiçbir yanıt veremedim; artık ben bile ne istediğimi bilmiyordum.


Birden hareketlenerek öne kaykıldı, iri cüssesini ayaklarımı koyduğum basamağa bıraktı. Tekrar dertli bir nefes koyverdi. Sırtını demir tırabzana yaslamıştı; tek bacağını boylu boyunca basamağa uzatırken diğerini de kendisine çekmiş, kolunu üstüne koymuştu.


Dirseğini kalçamın hemen yanına, oturduğum basamağa yaslayınca, aramızdaki mesafelerin ne kadar kolay aşılmaya müsait olduğunu da göstermiş oldu.


İçimde yaşanan çetin kış, ılık yaz esintileriyle sarsıldı.


Yakınlığından ötürü dizlerim karnına sürtününce ufak tefek kımıldanmalarla geriye toparlandım, ayaklarımı olabildiğince kendime çektim. Yalnızca birkaç karış ötemde duran yüzü, gözlerine bakmaktan başka çare bırakmamıştı bana.


Aniden bacağımın üst kısmına tutunan eli, tüm bedenimi titretti. Daha önce hiç dokunmadığı bir yerde varlığını hissetmek, toy bir heyecana tutsak etti beni. Elinden yayılan sıcaklık, tenimdeki yangına düşen ilk ateş parçasıydı sanki. Bütün hücrelerimde alazlanıyordu.


Bedenimdeki tüm hissiyat, elinin altında toplanmıştı.


"Seni şöyle bir başına ağlarken görmeye katlanamıyorum." diye mırıldandı, huzursuzca yüzünü buruşturarak. "İçimde tuhaf bir öfke kabarıyor. Şu gözyaşlarından sorumlu olan herkesi tek tek ortadan kaldırsam rahatlayacağım, biliyorum. Ama eğer bir damlası bile bana aitse, ben kendi infazıma da hazırım."


Yine yapıyordu; yine tüm samimiyetini önüme seriyordu. Ama en kötüsü de zaten buydu. Karanlığından sıyrılarak, bana umut veriyordu. "Sendeki düğümleri çözmek çok zor Merih..." Fısıltımı yalnızca ben duymuş olmak istedim. Fakat sessiz kelimelerimi bile işitebilen bir adamla evliydim. "Umudumu yitiriyorum artık ben..."


"Yitirme." dedi çabucak; o kadar hızlı söylemişti ki bunu, kurduğum cümlenin noktası gibiydi. Umarsız bir renk düşmüştü gözlerine. "Biliyorum zor ama yitirme. Sana bırakmayacağım. Bir gün senin için ben çözeceğim bütün düğümlerimi, iyilerimi de kötülerimi de önüne koyacağım. Sonra çekileceğim, tüm yargıyı sana bırakacağım. Ama o güne kadar, lütfen yitirme."


"Yoruldum ama." diye fısıldadım, neredeyse ağlayarak. "Ben artık seni kendi başıma aklamaya çalışmaktan yoruldum."


Hafifçe geriye kaçıldı; ama bunu beni daha iyi görebilmek için yapmıştı. Başını hafifçe arkaya attı; huzursuz bir ifadenin tesirinde, gözlerimin içine baktı. "Senden önce ben nasıl bir adamdım, biliyor musun?"


Meraklı bir sessizlikte gözlerinin içine baktım. Bacağımdaki eli hafifçe sıkılaşınca altındaki tenim uyuştu; artık çok daha kararlıydı tutuşu. 


"Kör bir adamdım." Yaralı gözünü göstererek, burukça gülümsedi. "Körler ülkesinde ayna arayan bir adamdım ben, senden önce. Ama sen bana ayna oldun. Kaybettiğim bütün iyi huylarımı geri buldun; azaldıkları yerden geri çoğalttın. Öldükleri yerden geri dirilttin. Yıllarca aynalarda göremediğim o adamı, bana sen gösterdin." Gözlerimin kıyısına yaşlar vurdu. "Sen bana kör bir adam olduğumu unutturdun."


Belki de hayatım boyunca aldığım en güzel iltifattı bu. Bana layık olup olmadığımı sorgulatmıştı. Yavaşça başımı eğince, yanağıma devrilen yaşı hızlıca elinin tersiyle yakaladı. Nazikçe sildi, tenimde hiçbir iz kalmadığına emin oldu.


Kendimi tutamadım; acımasız bir dürüstlükte fısıldadım. "Bunları söyledikten sonra hiçbir şey olmamış gibi yine uzaklaşacaksın benden." Artık içimde tutmak istemiyordum hiçbir şeyi. "Ama alıştım ben, merak etme."


Beni bile boğacak bir acıyla buğulandı gözleri. Sanki gerçekten de dediği gibi, kendisine ayna olmuştum o an; tüm hakikatleri amansızca suratına tutmuştum. 


"Kırk beş gün sadece," dedi, neredeyse sitemli bir şekilde. "Dediğim gibi, bana sadece kırk beş gün ver. Sonra istesen de kocandan kurtulamayacaksın." Neşeden yoksun, güldü. "Hatta eğer o da isterse, Kubi de bizimle birlikte bahçeli evimizde yaşar."


Kendi içinde bu hayale eşlik etmesi beni dumura uğratmıştı. İçimdeki hüzün, tatlı bir heyecanla gemlendi. Burnumu çekerek, konuşmadan önce yutkundum. "Odanı hiç kilitlemediğin bir ev mi olacak peki burası?"


Birbirine bastırdığı dudakları titredi; sevimli, çarpık bir gülümsemeyle taçlandı bütün çehresi. Çünkü kendisine benden hiçbir şey saklamadığın bir ev mi diye sorduğumu anlamıştı. Keza kelimelerin altına sakladığım serzenişi de duymuştu.


"Odamı hiç kilitlemediğim bir ev olacak, evet."


"Söz mü?" diyerek, üsteledim.


Anlayışla gülümsedi. "Söz."


Gözlerimi indirerek, tırabzana yaslandım. Küskün bir tavırla, mırıldandım. "Sen bana hep çok büyük sözler veriyorsun."


Parmağının ucuyla hafifçe burnuma vurarak güldü. "Henüz tutamadığımız olmadı. Sigarayı bıraktım ben senin için, unuttun herhalde?"


Hafifçe geriye kaçıldım. Sonra şüpheyle kaşlarımı çattım; gülüşümü zor bastırmıştım. "O günden beri gerçekten hiç sigara içmedin mi? Doğruyu söyle?"


"İçmedim lan tabii!" Üstüne çamur atılmış gibi, gücenerek bakıyordu şimdi. Hatta galeyana bile gelmişti; sesini artık daha da gür çıkıyordu. "Bir dal bile sürmedim ağzıma. Çınar'a sor, eğer bana inanmıyorsan."


Kollarımı kendime sararak, tepeden bir bakış attım. "Soracağım zaten. Tamamen iyileşsin bak, soracağım ilk şey bu olacak."


Hayretle gülerek kaşlarını kaldırdı. Ağır ağır gözleriyle beni süzdü. "Şuna bak hele sen, hallere bak, inandıramıyoruz hatunu." Birden eliyle karnıma doğru manevra yaparak, gıdıklamaya kalkıştı. "Kocanın sözüne itimat etmiyorsun musun sen?"


Huylanarak güldüm, hızlıca öne doğru bükülüp elini sertçe itekledim ve böylece uzun soluklu bir arbedenin fitilini de ateşlemiş oldum. Hınzır bir çocuk gibi güldü birden. Biliyordum bu gülüşü; yaramazlığından kurtuluşum yoktu. Kendisine meydan okumamdan gaz alarak, diğer eliyle de belimi kavradı ve arsızca, beni en çok huylandıran hassas yerlerimi keşfe çıktı.


"Merih!" Kendimi tutamayarak gülmeye başladım. İki büklüm olduğum için sesim boğuk boğuk çıkmıştı; öyle ki beni anladığından bile şüpheliydim. "Bak hep aynı şeyi yapıyorsun, gıdıklamasana! Hayır, bak sakın, orası olmaz..."


Eli boynuma uzanınca hızla omuzlarımı darlaştırdım; kendi içime kapanmaya çalıştım. Ama çok inatçı bir gücü vardı. Üstelik beni köşeye sıkıştırmaktan aşırı zevk aldığı da aşikardı; ben güldükçe o da gülüyordu. Tekrar boynuma saldırınca kıkırdayarak geriye kaçtım; henüz yanaklarımdaki ıslaklık bile tam kurumamışken, dudaklarımdan bu kadar mutlu bir sesin çıkabilmesi beni şaşırttı. 


Az önce hıçkırarak ağlayan ben değildim sanki; duygularımı bu kadar zahmetsizce yontabilmesi, her seferinde beni daha çok afallatıyordu. 


Ne kadar debelensem de ellerinden asla kurtulamayacağımı idrak edince, arkamı dönerek kaçmaya yeltendim. Artık gülmekten nefesim kesilmişti. Ancak uzaklaşmama izin vermedi. Belimi tutarak, "Hop, dur bakalım orada. Ben bitti demeden hiçbir şey bitmez." dedikten hemen sonra beni kalktığım yere geri oturttu.


Sahte bir kızgınlıkla, "Birisi duyacak şimdi!" diye çemkirdim.


"Yanlış kişilerden korkuyorsun," diye mırıldandı, zorla kalçalarıma geri bastırarak beni yerime sabitlerken ve bütün soluklarımı sırayla boğazıma dizerken. "Benden kork sen, onlardan değil."


Zihnimi uyuşturan bir cazibeyle güldü. Ellerini kalçamdan çekerek belime doğru kaydırdı; ama çırpındığım için üstümdeki tişört yukarı sıyrılmış, soğuk elleri ansızın çıplak tenime kapanmıştı. Kısa bir duraksama yaşandı. Bütün vücudum baştan aşağıya kasıldı; bu alışılmadık temasla, onun da elleri yavaşlamıştı. Gözlerinden daha önce hiç şahit olmadığım bir bakış kayıp gitti. Gülüşü solacak gibi oldu; ama zar zor tutunabildi dudaklarına.


Tam bu esnada, ne kadar tuhaf bir pozisyonda olduğumuzu fark ettim.


Boğuşmaktan resmen tepesine çıkmış bir hâldeydim; bir bacağım kucağından aşağıya sarkarken diğeri ikimizin arasında ezilmişti. Bir elimle tişörtümün altına uzanan kolunu tutmuştum; diğeriyle de sımsıkı boynuna sarılmıştım. Beni geriye düşmeyeceğime inandıran tek şey, hiç devrilmeyecekmiş gibi sağlam durabilen bedeniydi.


Birden aramızdaki anafora kapılmaktan korkarak panikledim ve boğuşma dinmiş olmasına rağmen, elinden kurtulmaya çalışıyormuş gibi davrandım. 


Heyecandan doğru düzgün bir ahenkte gülmeyi bile başaramayarak, ellerini çıplak tenimden uzaklaştırdım. Aksi takdirde nefessizlikten bayılacaktım. Tekrar gıdıklamaya yelteneceğini sezince, içgüdüsel bir tepkiyle göğsüne yaslanmış olan bacağımla iri bedenini itekledim.


Düşeceğini anlayınca belimi bıraktı; çevik bir manevrayla aşağıdaki basamağa tutundu. Tok bir gürültü yükseldi.


Hiç ummadığı bir darbe yemiş gibi, abartılı bir şaşkınlıkla suratıma baktı. Birden eline yüklediği güçle hafifçe zıplayarak bedenini geri doğrulttu; gülünç bir şekilde demek öyle dercesine kaşlarını kaldırmıştı.


Bitmiştim. 


Gözlerinin içinde sen kaşındın diyen ürkütücü bir fersizlik dirildiğini görünce, telaşlandım.


"Düşmedin ki, düşmedin sonuçta." Elimi ona doğru kaldırarak çaresizce yatıştırmaya çalıştım. Canını seviyorsan kaç kızım. Kalçamı soğuk fayansın üstünde kaydırarak geri geri koridora süründüm; bir yandan da korkunun sarhoşluğuyla sersemlemiş gibi gülüyordum.


Ayaklarımı kucağından çekerken, hiç istifini bozmadı; yalnızca kendisinden kaçma çabamı izledi. Bilerek yapıyordu. Sırf beni daha çok ürkütebilmek için tekinsiz bir durgunlukla, uzaklaşmamı bekliyordu.


Nitekim öyle de olmuştu.


Birden pusuya yatmış yırtıcı gibi atılarak ayak bileğimden yakaladı. O kadar ani bir saldırıydı ki bu, kahkahayla karışık kısık bir çığlık atmaktan kendimi alıkoyamamıştım. Ama başka bir tepki verecek fırsatım da olmamıştı. Çünkü tek eliyle bacağımdan tutarak beni kalçamın üstünden kendisine sürükleyen Merih, çırpınmam için bir saniyeyi bile mübah görmemişti bana. 


"Kocanı tekmelemek, ha?" Uyguladığı güçle ona doğru savruldum. Tek bir manevrayla belimden yakalayarak, beni bir basamak aşağıya indirdi, sertçe kucağına oturttu. Üzerine devrilen ağırlığımla birlikte hafifçe sarsılmıştı. 


"Merih düşeceğiz şimdi!" Korkuyla gözlerimi yumarak boynuna sarıldım. Bedenlerimiz birbirine çarpıştı.


Ama o ikimizin de dengesini sağlayacak kadar çevikti. Kollarını belime sararak beni kendisine bastırmıştı. 


"Ben varken karım asla düşemez." Sımsıkı yumduğum gözlerimi açınca bir karış ötemdeki gülümseyen suratıyla karşılaştım, afalladım; nasıl bir pozisyonda olduğumuzu anlamaya çalışarak, etrafa kaçamak bakışlar attım.


Resmen birbirimizle bütünleşmiştik. Bacaklarım yanından uzanarak aşağıdaki basamaklara sarkmıştı; o kadar kucağına binmiştim ki neredeyse karnındaydım. Boynundaki kollarımı gevşeterek omzundan destek aldım. Sonra telaşla toparlanarak, biraz arkaya kaykılma gafletinde bulundum. 


Nerede oturduğumu hissedince gözlerimi belertmemek için kendimi çok zor tuttum. Kalbim duracak denli yavaşladı. Sessizce yutkunarak, başka şeyler düşünmeye çalıştım. Ama gözleri o kadar kesintisiz bir ilgiyle suratıma kenetlenmişti ki, resmen bütün zihnime hükmetmişti.


Oturduğum yerden hiç rahatsızlık duymayarak, tekrar belimi kavradı. Gürültülü bir nefes aldığını duyunca, bir cesaret gözlerine bakabildim ve tenindeki serinliğin aksine, içimi ısıtan bir sıcaklıkla karşılaştım. "Ben düşsem bile, seni asla düşürmem." Çenesiyle önümüzde uzanan basamakları gösterdi birden. "Biz seninle şu merdivenlerden de devrilsek," Gülümseyerek tekrar bana baktı. "Bir arabanın içinde yamaçtan da yuvarlansak, ben seni asla düşürmem. Saçının tek bir teline bile zarar gelmesine izin vermem."


İçten içe bu sözlerine ne kadar inandığımı fark edince şaşırdım. Aramızdaki ilişkinin dalgalı gelgitlerine rağmen bana bu güveni verebilmiş olması, çok tuhaftı.


Aramızda örülen sessizlik bizi sağır edecek kadar yükselirken, belimdeki eli birden hareketlendi. Dakikalar önce izini bıraktığı yere geri kavuşmak istercesine, yavaşça tişörtümün altına doğru sızdı. Parmakları tenime sürtündüğü ân, kalbim adeta dört nala tepinmeye başladı. İçgüdüsel olarak boynundaki ellerimi çözerek, kolunu tuttum; fakat ne itekledim ne de çektim. Sadece tuttum.


"Çok soğuksun." dedim, sırf gözlerindeki yoğunlukta boğulmaktan kurtulabilmek için konuşmaya çabalarken. Hoşnutsuzca söylemiştim belki bunu; ama soğukluğu resmen bendeki sıcaklığın merhemi olmuştu. Beni ferahlatmıştı.


"Sen de çok sıcaksın." Gülümsemesi genişledi. "Fena mı işte? Sen beni ısıt, ben seni serinleteyim." Huylanacağımı çok iyi bildiği bir hassaslıkta belimi sıkınca, gülerek irkildim. Gözleri kısa bir anlığına dudaklarıma kaydı. "Bizdeki bu uyum ne ayak? Yoksa birbirimiz için yaratılmış falan mıyız?"


Gözlerindeki arzuya bakarak, alayla güldüm. "Sen daha birkaç gün önce beni durdurmuyor muydun? Ne değişti de birden böyle uysal oluverdin, çok merak ettim?"


"Düşündüm." dedi, hiç tereddüt etmeden. "Senden ayrı kaldığım süreçte çok düşündüm. Ve bir karara vardım. Sana direkt gün sayısı vermemin sebebi de zaten buydu."


Kaşlarımı çattım. "Nasıl bir kararmış bu, anlamadım?"


Ukala bir tavırla gülümsedi. "Artık seni kucağımda oturtabilecek bir karar diyelim."


Kalbimin sıkıştığını hissettim. Bileğinden aşağıya bastırarak elini tişörtümün altından çıkarınca itirazsızca geri çekti. Dudaklarındaki gülümseme hiç sarsılmamıştı. "Ne oldu karıcığım, yoksa gardını taşımak ağır mı geldi? Dur daha, iddiaya gireli birkaç saat oldu ya."


Gözlerimi kısarak hafifçe arkaya kaçıldım; bileğini tutmaya devam ediyordum. Kışkırtıcı bir tavırla gülümsedim. "Asıl sana ağır gelmiş gibi, kocacığım."


Aldırışsızca sırtını tırabzanlara yasladı. "Yok, benim rahatım gayet yerinde karıcığım."


Hâlâ bileğini tuttuğum elini havaya kaldırarak, küçümsercesine güldüm. "Nabzın hiç öyle demiyor ama kocacığım."


Gözleri nabzının üstündeki parmaklarıma, ardından da bana kaydı. Dudakları aralandı; gafil avlanmanın yenilgisiyle sırıttı. Hatta biraz da hınçlandı; dilini yanağının içinde gezdirdi. Ardından kolunu yavaşça elimden çekerek, kurtardı.


Hınzır bir bakışla, "Senin nabzın neler diyor, biraz da ona bakalım mı ha, ne dersin? Dili olsa neler anlatacak gariban." diye mırıldandı. Bileğime uzanınca telaşla elimi kaçılttım. Hayatta dokunamazdı, kalbim çok hızlı atıyordu. Kaçma çabama karşılık kinayelerle güldü. "Seninkini hissetmek için damara dokunmaya gerek yok sanki. Nereye dokunsak hissederiz biz o nabzı."


Gülerek beni tekrar gıdıklamaya başladığı bir ânda, sertçe arkadaki kapılardan birisi açıldı. Aniden dışarıya çıkan Jülide abla, karşısında bizi bulunca neye uğradığını şaşırdı. Yataktan yeni kalkmış gibi bir hâli tavrı vardı. Hemen arkasından beliren Reşat abi, uykulu gözlerle etrafa bakınıyordu.


Apar topar Merih'in kucağından kalkarak tırabzana tutundum; ama onun istifi bile bozulmamıştı. İkaz dolu, kaçamak bir bakış fırlattım. Çoktan sendeleyerek merdiveni çıkmıştım. O kadar kapılmıştım ki ona, basbayağı koridoru işgal ettiğimizi bile fark edememiştim. 


Basıldığım kişinin kocam olduğu gerçeğini tamamen unutarak, olabildiğince uzağa çekildim. Utançtan ne yapacağımı şaşırmıştım.


"Ah, siz miydiniz?" Hülya abla gülümseyerek başıyla selam verdi. Sabahlığının önünü kavuşturarak odasına doğru geriledi. 


Merih oturduğu basamaktan ancak kalkabilmişti; sanki yaptığımız şamatayla insanların uykusunu bölen biz değilmişiz gibi aldırışsızdı. Ters bir bakış daha fırlattım ona. En azından birazcık mahcup durabilirdi. Resmen kavuştukları ilk gecede ulu orta fingirdeşen karı koca durumuna düşmüştük.


"Yeni evlenmiş gençler bunlar," Reşat abi beni daha da utandıran bir anlayışla gülümsedi. "Normal bu heyecanlar. Hadi gel hanım, geçelim biz." 


Jülide abla da gülümsedi. "Ben de gürültü duyunca merak ettim. Uyku sersemi unutmuşum tabii evde artık sizin de olduğunuzu. Neyse biz sizi rahatsız etmeyelim. Size iyi..." Odasına geri girmeden hemen önce hızlıca ekledi. "Eğlenceler."


"Yok, aslında..." Ama beni dinlememişlerdi; çoktan kapı suratımıza kapatılmıştı. Merih gülerek yanıma doğru gelince, daha fazla gürültü yapmamak adına kaçarcasına odaya girdim. 


Arkamdan gelmesi için kapıyı aralık bırakmıştım; fakat içeriye girmemiş, sadece omzunu eşiğe yaslamıştı. Kaşlarımı kaldırınca, sessizce mırıldandı. "Başka bir odada yatabilirim ben eğer istersen."


"Hayır," Biraz hızlı karşılık verdiğimi fark edip sustum. Kolundan tutarak odanın içine çekiştirdim, kapıyı da yavaşça örttüm. "Babam şüpheleniyor bizden. Aşk evliliği yapmadığımı düşünüyor, kesin bir bit yeniği arıyor. O yüzden inandırıcı olmamız lazım."


Ağzının kenarıyla mırıldandı. "Hiç şaşırtmadı."


Yavaşça gözlerimi kısarak ona doğru sokuldum. Odanın ışığını yakmadığımız için, çelimsiz bir karanlık tarafından ablukaya alınmıştık. "Babamla sizin aranızda bir şeyler mi oldu?"


Suratında hiçbir mimik canlanmadı. Yalnızca renksiz bir sesle, "Geçen gün beni çivili sopalarla dövecek olması dışında mı?" diye sordu.


"Evet," dedim, baskın bir tavırla. "O günden sonra bir şey yaşadınız mı?"


"Nereden çıktı şimdi bu?" Bana sırtını dönerek yatağa yürüdü.


"Bilmiyorum, öyle hissettim." Ağır ağır yatağa oturunca ben de hemen yanına iliştim. Hâlâ kuşkuyla onu süzüyordum.


Yandan bir bakış dokundurdu bana ama karşılık vermedi.


"Merih, suratıma bak." Kolunu dürterek, konuşturmak için üsteledim. "Doğruyu söyle bana."


İki eliyle yatağa tutunarak bana baktı. Fakat ben artık onun beden dilini çözmüştüm; yan yana oturduğumuz anlarda tüm vücuduyla döner, beni kapana kıstıran bir ilgiyle gözlerimin içini izlerdi. Fakat şimdi karşıya dönüktü; sadece omzunun kıyısından bakmakla yetiniyordu. 


Çünkü bir şeyler gizliyordu.


Ama bu sefer beni şaşırtarak, yalan söylememişti. "Edişelenecek bir durum yok, merak etme."


Şok olarak yatağın üstünden ona doğru kaykıldım; hiç kımıldamadan, kendisine yanaşmamı seyretti. "Yani gerçekten aranızda bir şeyler oldu, öyle mi? Yoksa seni tehdit mi etti? Ne yaptı?"


Gözlerini kaçırdı. "Yok ya ne tehditi, tatlı tatlı konuştu işte adam. Ağzından bal damladı, canım kayınpederim benim."


Sinirlenerek bacağıma vurdum. "İnanamıyorum ya, tehdit etmiş işte yine seni! Ama konuşacağım ben onunla. Zaten her şeyi anlatacağım demesine rağmen hâlâ adam akıllı hiçbir şey anlatmadı bana. Sırf yanında daha fazla kalayım diye oyalayıp duruyor."


"Git konuş diye söylemedim bunu sana, Demre. Sadece yalan söylemek istemediğimden." Hafifçe çenesini eğerek kaşlarını kaldırdı. Bana geri adım attıracak bir ciddiyete bürünmüştü. "Endişelenecek bir durum yok, ben hallediyorum. Senin konuşman hiçbir şeyi çözmeyecek."


"Tamam konuşmayacağım," dedim, boyun eğmiş gibi davranarak. Bacak bacak üstüne attım, kollarımı göğsüme doladım. "Ama tek bir şartla. Merak ettiğim soruları yanıtlarsan. Karar senin. Ben sana üç soru soracağım, sen de hiç eksiksiz yanıtlayacaksın. Yoksa gider, hemen şimdi babamla konuşurum."


Kendimden emin tavrımı süzerken birden güldü; bütün ciddiyeti dağılmıştı. Resmen keyiflenmişti adam. Tehdidimi ciddiye bile almamıştı. İstediğini yaptırmak için zararsız oyunlar çeviren küçük bir çocuk gibi hissettirmişti bana kendimi. 


Birden bütün bedeniyle bana dönerek, altımızdaki yatağı ağırlığıyla sarstı. "Bana baksana sen, şart koşuyor bir de," Çabucak duruşumu bozdum, yatağın ötesine kaçmaya çalıştım ama beceremedim; iki eliyle belimden yakalayarak beni geri kendisine çekti. Neşeli gülüşü enseme çarpmış, içimi ürpertmişti. "Gel şöyle yamacıma gel, kaçma hemen. Madem tehdit ediyorsun, arkasında da dur."


"Arkasındayım gayet de!" Hışımla ona dönünce göğsüne tosladım; öylesine sertti ki sanki kayaya çarpmıştım. "Yine gıdıklayacaksın diye kaçıyorum, Merih. Yoksa hâlâ tehditim geçerli."


"Artık tehdit de mi ediliyorum yani?" Ellerinden kurtulmaya çalıştım; ama ben itekledikçe o inatla tekrar belimi tuttu. Benimle atışmaktan aldığı zevki gizlemekten hiç çekinmeyerek, bir yandan da pişkin pişkin sırıtıyordu.


"Daha kötüsünü yapmadığıma şükret sen!" Karnına vurunca hafifçe irkilerek güldü; bense elimdeki sızıyı ona sezdirmemek için uğraştım. Resmen canım yanmıştı; daha da huysuzlandım. "Şöyle her haltı saklamana o kadar sinir oluyorum ki anlatamam. Yakında yediğin yemeği bile saklayacaksın benden. Tamam anladık, en gizemli sensin. En tehlike saçan da sensin, Merih efendi. Beni kendinden bile sakınıyorsun, onu da anladık!" Kendi kendimi kızıştırarak, içimde birikmişleri kusmaya devam ettim. Tekrar elini karnımın üstüne koyduğu ân, tenimin altında bir şeyler karıncalandı. Daha da sinirlendim. "Hayatımdaki bütün sorunlar bitti, bir de kocam olacak adamın gelgitleriyle uğraşıyorum ya. Ben binbir cesaretle sana gelince durduruluyorum ama ne hikmetse, sen istediğin zaman gelebiliyorsun bana. Affedileceğine o kadar eminsin ki! Salağım çünkü ben. Bir de utanmadan iddiaya giriyorsun, neymiş efendim, sana karşı gardımı düşürecekmişim. Oldu, çok beklersin. İstediğin kadar gardını düşür, artık nah öpersin sen beni. Dönme dolaptayken sigaranı yaktın kendini teselli ettin ama artık onu da yapamayacaksın. Oh olsun sana, hiç acımıyorum." Öfkeyle omzumu silkince sırıttı. Mühim bir meseleden bahsediyormuşum gibi, ilgiyle çemkirmemi dinliyordu. "Hem eskiden böyle bir adam da değildin sen. Ben evlenmeden önce daha çok yakınlaşırız falan diye korkuyordum ama bambaşka bir şey oldu, anlamadım ki. Tamam, evlilik sözleşmesi imzalayalım, temas yok falan diyen bendim. Ama yani..." Gülümsemesi iyice genişledi. Sesim biraz kısıldı; fakat söylenmeyi bırakmadım. Hazır konuşacak cesareti bulmuşken, bütün hıncımı çıkaracaktım. "Ama yani, o tam olarak sana güvenemediğim içindi. Evlilik bu sonuçta! Bir baktım, sen benim girdiğim odaya bile girmiyorsun. Ne bileyim ben böyle bir adam çıkacağını." 


Gülünce gözleri kısıldı; sanki içlerine minik yıldızlar doluştu.


Agresif bir bakış attım. Artık içimde tutamıyordum; hele ki babamla yaptığım o konuşmadan sonra karşımdaki adamı tutup silkelememek, hesap sormamak resmen imtihan olmuştu benim için. "Ama yok, sen beni gecenin bir vakti konaktaki o ıssız ormanda bırakıp gittin ya. Asıl benim orada akıllanmam gerekiyordu..."


Sözümü kesti. "Bırakıp gitmedim ki."


Hırsla nefes almışken durdum, yadırgayarak ona baktım. "Ne demek gitmedim? Atın tepesine binip kayıplara karıştığını unuttun herhalde?"


"Unutmadım," dedi sakin bir tonla. "Ama bırakıp gitmedim. Arkandaydım."


Şaşkınlıktan donakaldım; bön bön suratına baktım. "Dalga mı geçiyorsun?"


Dudaklarını birbirine bastırarak güldü. "Hayır, ciddiyim. Karan'ı önden ahıra gönderdim ama ben bekleyip seninle birlikte döndüm. Birkaç metre arkandaydım. Karanlık olduğundan ve tabii," Dudaklarını büzüp hak verircesine başını salladı. "Benden böyle bir şey beklemediğinden, arkandaki varlığımı hiç sezmedin."


"Gerçekten mi?"


Başını salladı. "Gerçekten."


Öfkeyle karnına vurdum birden. "Madem gitmeyecektin niye bana o eziyeti çektirdin?"


Yüzünü buruşturarak vurduğum yeri ovuşturdu. Elini çekmesiyle yanından uzaklaşmaya yeltendim; o zamanlar bana ne kadar hoyrat davrandığını hatırlayıp, sinirlenmiştim. Ama uzaklaşmama müsaade etmedi; çabucak geri yakaladı.


"Yavrum bir dursana." Tasasız gülüşünü duyunca hışımla ona döndüm. Utanmasam yumruğumu sıkacaktım. "Tamam kabul, bazen it gibi davranıyordum sana. Ama bu sadece yıldırma politikasıydı. Tan'ın sana tuhaf bir husumet beslediğini biliyordum," Gözlerinden karanlık bir ifade geçti. "Her şeyden habersiz genç bir kızdın, başına bela açacak çok toy hamleler yapıyordun. Belki akıllanır da konaktan çekip gidersin diye, seni ürkütüp yıldırmaya çalışıyordum."


"Teşekkürler, çok düşüncelisin." Huysuzca burun kıvırdım. "Konağa gelen her genç kıza bu eşsiz politikayı uyguluyor muydun bari?"


Kaşlarını çatarak güldü. "Mesela?"


"Mesela Hicran'a," dedim hiç düşünmeden. "Ona da aynısını yapmış mıydın?"


Hafifçe geriye çekildi ve düşünceli düşünceli karanlığı taradı. Kısa bir anlığına gözlerinin üstümden kalkması suratımdaki maskeyi paramparça etti; hafifçe gözlerim irileşti. Çünkü belimdeki eli hareketlenmişti; baş parmağı usulca karnımı okşuyordu. 


Bu ufak hareketi bile, içimdeki öfkeyi sindiren bir taarruzdan farksızdı.


Tekrar gözleri beni bulunca, binbir güçlükle maskemin altına geri sığındım. Yaşadığım iç çatışmadan bihaber, "Hicran'a yapmadım çünkü o senin gibi değildi." dedi.


Dikkatim dağıldı; karnımı okşayışını büsbütün unuttum. "Benim gibi değildi derken?"


"Kusursuz bir planla gelmişti, kolay kolay açık vermiyordu." Dudaklarında, bana saldıracağını belli eden hınzır bir sırıtış belirdi. "Yani akıllı kızdı."


Anında bozuldum ve gizleyemedim; hınçla göğsüne vurdum. "Ben akılsız mıyım? Valla pataklarım bak seni."


Düşünüyormuş gibi etrafa bakınmaya başlayınca, hiddetle oturduğum yerden kalktım. Nereye gitmek için böyle bir celalle ayaklanmıştım, bilmiyordum; ama neyse ki bir adım bile atamadan yakalamıştı beni. Aksi takdirde budala gibi odada birkaç tur dolanıp, tıpış tıpış yanına geri dönecektim.


"Tamam ya, takılıyoruz şurada. Hemen asıp kesmeye hazırsın sen de." Karnımdaki eliyle sürükleyerek beni yanına geri oturturken, sinir bozucu bir keyifle de güldü. "Hatun bu gece biraz hırçın."


"Böyle bir kocam varken," Hoşnutsuzca süzdüm onu. "Hırçın olmamak mümkün mü ki?"


Birden ciddileşerek öne doğru eğildi, dizine yaslandı. Benimle göz teması kurabilmek için uğraştı. "Sen onu bırak da, neden bir başına ağlıyordun merdivende? Ne söyledi baban da seni üzdü o kadar?"


İçimdeki bütün alevler dindi; bir şeyler söndü. Kaçamak bir bakış attım ona. Yalan söylemek istemiyordum; ama doğruyu da söyleyemezdim. Bu yüzden onun hamlesini kullanarak, yapmacık bir edayla gülümsedim. "Önemli bir mesele değil, tatlı tatlı konuştu işte. Ağzından bal damladı resmen, canım babam benim."


Sözlerini ona karşı kullanmama güldü ama kısa sürmüştü bu; tekrar eski ciddiyetine bürünmüştü. "Gerçekten soruyorum, Demre. Seni ağlarken görmek hoşuma gitmiyor."


"Ağlatma o zaman." dedim, istemsizce.


Kaşlarındaki çatıklık gevşedi, hafifçe geriye kaçıldı. Suratına tokat yemiş kimse gibi, darmadağınık bir bakış attı bana. Keza bir süre hiç sessizliğe de dokunmadı. Huzursuzca kımıldandım, kendi itirafımdan çekinerek gözlerimi kaçırdım.


Sonunda sessizliği dağıtabildi. "Ağlatıyor muyum seni?"


Sesi o kadar durgun çıkmıştı ki, yeniden gözlerine bakabilmemi sağlamıştı bu. Bir yanıt vermek istedim ama zihnimdeki ıssızlıkta hiçbir kelimeye denk gelemedim. Konuyu değiştirmek en iyisiydi; ama ne diyeceğimi bir türlü bulamıyordum.


Birden elini yanağıma koyunca ürperdim. Buğulanan gözlerine bakarken, bana doğru sokulmasıyla birlikte tüm bedenim buz kesti. Dudaklarıma dokunacağını düşünerek durdurmaya hazırlanmıştım; fakat dudakları yanağımın üstündeydi. 


"Nedeni olduğum her gözyaşı için özür dilerim,"Acı dolu fısıltısı tenime sürtündü. Dudaklarını birkaç milim uzaklaştırarak yana kaydı, tekrar nazikçe bastırdı. "Özür dilerim." Tekrar yana kaydı; artık dudaklarımın kıyısındaydı. Oraya da ufak bir buse bıraktı. "Özür dilerim." Neye uğradığımı şaşırmıştım; değil yerimden kımıldamak, ciğerlerime nasıl hava sokacağımı dahi unutmuştum. Merih dokunduğu her yerde izini bırakarak usulca yukarıya tırmandı; kapattığımı bile yeni fark ettiğim gözümün üstüne, kirpiklerimin kıyısına dudaklarını bastırdı. O kadar hafif ve narin bir temastı ki bu, sanki öperek bile incitmekten korkmuştu. Yavaşça geriye çekildi; bu sefer de diğer göz kapağımdan öptü. "Özür dilerim."


Sıcak nefesi, tüm kabahatlerini bana affettirecek bir yumuşaklıkla, tenimi dağlamıştı.


Kalbimin göğsümü parçalayarak kucağıma devrileceğini zannettim. Birden bütün dirayetimi kaybettim. Bağışlanma arzusu altında ezilirken, ellerim içgüdüsel olarak ensesine uzandı. Kendimi onun akıntısına kapılmaktan kurtaramadım; boynuna sarılarak, yatağın üstünden ona doğru sokuldum.


Çaresizce, isminden başka hiçbir şey fısıldayamadım. "Merih..."


Elleri o kadar güçlü bir tutuşla belime kapandı ki bir an beni kaldırıp kucağına oturtacağını zannettim; heyecanın sarhoşluğuyla başım döndü. Ama yapmadı; kursağımda kalan bir hevesle, yalnızca tutmuştu. Dudaklarını son kez gözümün kıyısına bastırarak, yavaşça uzaklaştı ve sonunda alnını alnıma yasladı.


"Bunların hiçbirini yaşamayı hak etmiyorsun," diye fısıldadı, insanın ruhunu kemiren bir ızdırapla. "Daha iyi bir hayat ve daha iyi bir evlilik yaşamayı hak ediyorsun. Seni daha tutarlı sevecek, dürüst bir koca hak ediyorsun." Sesi kısıktı belki; ama pişmanlıkları resmen bağırıyordu. "Seni ağlatan, sırlarla dolu bir koca değil. Özür dilerim, Demre."


Dudaklarından dökülen özürlerin altında ezildiğimi hissetim.


Sanki ruhum binlerce parçaya dağıldı. Gözlerime yaşlar nüfuz etti; birbirine bastırdığım dudaklarım titredi. Birkaç kelimeyle bile olsa onu teselli etmek; bütün zorluklara rağmen, onunla evlendiğim için hiç pişmanlık duymadığımı anlatmak istedim. Babamdan öğrendiğim gerçeğe rağmen, hâlâ ondan vazgeçmediğimi söylemek istedim.


Onu benden alıkoyan, zaman zaman da uzaklaşmasına yol açan şeyin ne olduğunu henüz bilmiyordum. Fakat bana karşı bir şeyler hissettiğine artık emindim. Belki benimki kadar büyük bir duygu değildi bu, bilmiyordum; ama yine de vardı. Tenimde gezinen dudaklarında, anlayışlı gülüşünde; sımsıkı tutuşunda ve arzulu bakışlarında saklıydı.


"Sanırım tam olarak burada durmam lazım," diye fısıldadı birden, keyifsizce gülerek. "Çünkü artık beni teselli edecek sigaralarım da yok."


Hafifçe geriye çekilerek beni bıraktı. Tenimden kalkan dokunuşu bana kendimi noksan hissettirdi. İsteksizce boynundaki ellerimi çözerek, kucağımda kenetledim.


Derin bir nefes alarak kaçamak bakışlar attım. Hâlâ sayısızca öperek dilediği özürlerin yükünü taşıma mücadelesi veriyordum. Fakat biraz da hiçbir şey söylememiş olmanın huzursuzluğuydu bu.


Sanki zihnimden geçenleri duymuştu. Gülerek ayağa kalktı. "Kasmana gerek yok, bir karşılık vermen için söylemedim bunları. Sadece bilmeni istedim." Derin bir nefes aldı. "Uyuyalım mı artık?"


Birden elini ensesine atarak üstündeki kazağı tek çekişte çıkardı. Saçları havalanmış, elektriklenmişti. Gözlerim istemsizce aşağıya kaydı. Ardından karnına dizilmiş kaslarda, geniş göğsünde ve kalın kollarında gezindi. İçimde yeşeren arzu, yara izlerini gördüğüm ân hüzünle gölgelenmişti. Hâlâ nasıl olduğunu tam bilmememe rağmen, babasına karşı büyük bir kin duydum birden.


"Yedin."


Telaşla gözlerine geri yükseldim. "Ne?"


Gülümseyerek, elindeki kazağı bir kenara bıraktı. "Gözlerinle yedin beni diyorum."


"Saçmalama." dedim, kekeleyerek. Karanlık bir ortamda olduğumuz için şükrettim; yandığımı hissedebiliyordum. "Neyini yiyecekmişim senin? Sıradan bir vücut işte."


Apar topar ayağa kalkarak dolaba yürüdüm. Yalanın da böylesi. Telaşla dolabı açarak üstüme giyecek bir pijama arandım. Aslında nerede olduğunu biliyordum ama sırf bir işle ilgileniyormuş gibi gözükmek için oyalanıyordum. Birden arkamdan sokulunca irkildim; sırtım çıplak göğsüne çarptı. Kokusu, soluduğum tüm havayı ağırlaştırdı.


"İzninle, verdikleri kıyafeti şuraya koymuştum." Bana hiç dokunmadan üst rafa uzanırken, tepeden bir bakış attı. İki büklüm kenara kaçıştığımı görünce belli belirsiz gülümsedi. Tişört ve eşofmanı aldıktan sonra da geriye çekildi. "Sıradan bir vücut, öyle mi?"


Uzaklaşmasıyla birlikte, nefesimi bırakabildim. Çabucak dün gece giydiğim siyah pijama takımını kaptım ve dolabın kapağını örttüm. Kaçarcasına lavaboya yürüdüm. "Öyle, çok sıradan. Giyin hadi çabuk."


Kendimi içeriye atarak kapıyı arkamdan kilitledim. Bir süre soluklandım, elimi kalbimin üstüne koydum. Ne biçim bir vücuttu o öyle? Üstsüz görmeyeli belki de aylar olmuştu ve afallatıcı bir şekilde, eskisinden çok daha yapılıydı. Dalgın dalgın soyunarak üstümü değiştirirken, bir yandan da nabzımı yavaşlatmak için sessizce soluklandım.


İçerdeki adam benim kocam olamazdı.


Kıyafetlerimi kucağıma almış kapıya yürürken, birden aynadaki kızarık yansımamla karşılaştım. Gergin bir heyecanla, kendi kendime fısıldadım. "Sen de durdun durdun, turnayı gözünden vurdun."


Çabucak saçlarımı yatıştırdım, üstümdeki uzun kollu pijamayı çekiştirerek düzelttim. Ayaklarımı silkeleyerek paçalarımı düzelttim. Ardından oyalanmadan odaya geri döndüm.


Merih'i yarı çıplak bir hâlde yatakta uzanırken bulunca, birden eşikte kalakaldım. Kucağımdaki kıyafetleri kenara bırakırken, çekingen bir tavırla, "Niye giyinmedin?" diye sordum.


Altındaki yastığı düzeltip yorganı çekiştirirken, bana kısa bir bakış bahşetti. "Evin içi çok sıcak."


Ağır ağır yatağa yürüdüm; sanki attığım her adımla kalbim biraz daha sarsıldı. "Çıplak mı uyuyacaksın yani?"


Yastığı düzeltirken duraksadı. Havada asılı kalan elini yavaşça karnına indirirken, dudaklarına silik bir tebessüm oturtmuştu. "Sıradan bir vücut nasılsa, rahatsız etmez diye düşündüm."


Gözlerimi devirmemek için uğraşarak, yavaşça yatağın kıyısına oturdum. Böyle olmazdı, kalbim yavaşlamak zorundaydı. Ondan tarafa bakmayarak çabucak yorganın altına girdim, olabildiğince mesafeyi koruyarak boylu boyunca yattım.


Göğsüne uzanıp uyumak için her şeyimi verebilecek bir kıvamdaydım şu anda; resmen hasretinden kıvranacaktım. Ama çıplakken böyle bir şey yapacak cesareti asla bulamazdım.


Soyunup uyuyası tuttu bunun da.


Yorganı çeneme kadar çekerek, karanlık tavana baktım. Aramızdaki daracık mesafeyi; keza biraz ötemdeki varlığını düşünmemeye çalışmak resmen çileden farksızdı. Yalnızca iki gün ayrı kalmıştık halbuki, içimdeki hisler nasıl bu denli ağırlaşmış olabilirdi? Yavaş ama derin bir soluk alarak, kendimi yenmek için uğraştım. Bu gidişle bütün gece uyanık kalacaktım.


Merih birden dirseğinin üstünde yükselerek üzerime eğilince, binbir güçlükle derlediğim zihnim anında darmadağın oldu. Başımı yastığa bastırarak, iki elle sımsıkı yorgana tutundum. İri gözlerle, önümdeki çıplak göğsüne bakakalmıştım. "Ne yapıyorsun?"


Kaşlarını çatarak, altında kaskatı kesilmiş olan bana baktı; neyi kastettiğimi anlayamamıştı. Neredeyse üstüme çıkacağını da yeni fark etmişti. Duraksayarak, elinde tuttuğu telefonu salladı. Sonra gözlerini bir an bile üstümden ayırmayarak, tekrar komodine uzandı. Yüzlerimiz arasındaki mesafeyi bir karışa indirene kadar da üzerime eğildi.


Bilerek yapıyordu.


Gözlerimin içine bakarak telefonunu bıraktı. Elini yatağın diğer tarafına koymuş, beni kafeslemişti. Birdenbire o kadar derin bir gerginliğin içine devrilmiştim ki, resmen diri diri bu duygunun içine gömülmüştüm. 


Tembel tembel suratımda gezinen gözleri, sanki odadaki tüm karanlığı kendinde devşirmişti; o denli koyuydu artık.


"Sen biraz gerginsin sanki," Yumuşak fısıltısı suratıma döküldü. "İstersen alayım hemen gerginliğini. On saniye sürer."


"Ne?" O kadar şok olmuştum ki sesim bile güçlükle çıkabilmişti. Resmen yattığım yere çivilendiğimi hissettim. Eline meze olmayacaktım. Sırf onun gibi rahat gözükebilmek için sahip olduğum tek kozu kullandım ve alaya vurmaya çalıştım; ama onu bile beceremedim. "Nasıl... Nasıl alacakmışsın gerginliğimi?"


Sorulacak en yanlış soruyu sormuştum.


Dudaklarına edepsiz denebilecek bir tebessüm yayıldı. Gitgide kışkırtıcı bir derinlik kazanan sesiyle, usulca mırıldandı. "Hoşuna giderek."


Sesim tamamen kesildi; bütün kelimeler dilime küstü. Yalnızca gözlerimi kırpıştırarak suratına bakabildim.


Sessizliğimi duyunca birden elini yaslandığı yerden kaldırdı, yakalayamadığım bir hızda yorganın altına soktu. Ne yaptığını anlamaya çalışırken, heyecandan bayılacağımı zannettim. Kulaklarım uğuldamaya başladı. Yorgana o kadar sıkı tutunmuştum ki sanki düşmekte olduğum dik bir uçurumun kıyısındaydım.


Eli usulca pijamamın ucunu kaldırarak altına süzüldü; tenime sürtünen parmaklar ürpermeme neden olmuştu. İstemsizce yorganın altına daha çok sindim. Yavaşça tenimden yukarıya kayarken, gözlerine tutunmakta çok zorlandım. Ne onu durdurabilecek bir hevesim vardı; ne de bu eziyete katlanabilecek bir gücüm. Acı içinde yutkundum. İçimde öyle bir yangın vuku bulmuştu ki boğazıma kadar kupkuruydum.


Ansızın göğüslerimin tam altında duraksadı; eli bütün sıcaklığıyla tenimin üstüne kapandı. Dudaklarındaki gülümseme titreyerek yayılmıştı. "Önce bir nefes al yavrum," Birden üzerime eğilerek, dudaklarındaki şefkati omzuma bastırdı; saçları yanağıma sürtünerek huylandırmıştı. Ellerim çaresizce yorganı bırakıp çıplak omuzlarına tutundu; parmaklarım hızla saçlarına daldı. "Gevşe hadi, serbest bırak şu güzel omuzlarını."


Ettiği iltifata bile tam anlamıyla kapılamamıştım. Bedenimde bu kadar bariz tepkiler oluşması beni utandırmıştı; yavaşça içime nefes çekerken omuzlarımı gevşettim. Ne zaman bu kadar daraltmıştım? Farkında bile değildim. Söylediğini yapınca tekrar dudaklarını omzuma bastırdı, ardından yana doğru kayarak boynuma sokuldu. Son kez öptükten sonra geri suratıma yükseldi.


Onun da benim gibi heyecanlandığını gözlerinde görmek, bir nebze de olsa rahatlamama neden oldu. Kendimi tutamayarak, parmaklarımı saçlarının arasında gezdirdim. Gözlerinin içi güldü. Sanki aynı hazzı o da bana yaşatmak istiyormuş gibi, suratımın kenarına dökülen saçları okşamaya başlamıştı. 


Her dokunuşuyla sanki biraz daha güçsüzleştim. Eli usulca yüzümün kıyısından aşağıya uzandı. Baş parmağını yavaşça kaşımın üstünden kaydırmış, nazikçe okşamıştı.


Bir an ikimiz de duraksadık; sessiz ama yoğun bir bakışma yaşandı aramızda.


"Daha ben hiçbir şey yapmadan sen daha da gerildin," Gülümseyerek gözünü kırptı; başını sorgular gibi hafifçe iki yana sallamıştı. Üzerime eğilince öpeceğini sanarak istemsizce dudaklarımı ıslattım; ama öpmedi. Burnunun ucunu hafifçe benimkine sürterek, tüm sevimliliğiyle kalbimi okşadı. "Ne yapacağım ben seninle? Çıldırtacaksın sen beni."


Bayılmama ramak kalmıştı. "Gerilmedim ki ben."


"Nabzın öyle demiyor ama." dedi, beni taklit ederek. Karnımdaki eli tekrar canlanmış, biraz daha yukarıya tırmanarak göğüslerimin arasında durmuştu. Kalbimin tam üstündeydi artık. Gürültülü bir nefes çektiğimi duyunca yaramaz bir tavırla güldü.


Sanki gülüşü, gözümdeki perdeyi biraz da olsa aralamıştı.


Telaşla boynundaki ellerimi çözerek koluna asıldım. Elini içimden çekerken, itiraz etmeden bana teslim oldu. "Merih ya! Ben sana nah beni öpersin diyorum, sen neler yapıyorsun..."


"Öpmedim işte." dedi bariz bir durumu izah eder gibi.


Öfkeli gözükmek için çabalayarak, elini yorganın altından geri çıkardım. Ardından katlanan pijamamı geri örttüm. Her ne kadar onu durdurmak ızdırap verici olsa da, ettiğim laftan bu kadar hızlı dönmeyi gururuma yediremezdim. Keza onun dilinden de kurtulamazdım, biliyordum. "Eline koluna hâkim olursan sevinirim."


Gülerek kendisini yanıma bıraktı; yatak cüssesiyle sarsıldı. Sonra bana dönerek tek eliyle belimi kavradı, hızlıca göğsüne doğru çekti. Yorgun argın teklemişti kalbim. Diğer kolunu boynumun altından geçirmiş, yatağın ucuna doğru uzatmıştı.


Nereye döneceğimi şaşırarak, ufak tefek kımıldandım. Sonra ne denli yakınımda olduğunu anlamak için merakla başımı geriye atarak suratına baktım. Çoktan gözlerini kapatmış, bulduğu rahat bir pozisyonda yatağa kurulmuştu. Saçlarım boynuna ve göğsüne saçılmıştı; ama bundan hiç rahatsızmış gibi gözükmüyordu.


Birden, "İyi geceler öpücüğü mü istiyorsun yoksa?" diye sordu, gözlerini açmadan gülümseyerek.


Hızlıca arkamı döndüm; kollarının arasında ufalmış, sırtımı göğsüne yaslamıştım. Yalnızca birkaç saat önce umutsuzca ağlarken, şimdi ne kadar huzurlu hissettiğimi fark ederek içten içe şaşırdım. Nasıl yapıyordu bana bunu? Uzun bir süre gözlerimi kapatamayarak, sıcaklığıyla kuşanmış hâlde soluklandım. 


Yatağın üstünde duran elini görünce birden karşı konulmaz bir hevesle doldum; uzanıp tutmaya hazırlanırken, ansızın söze girdi ve durmama neden oldu.


"Yarın ufak bir işim olduğu için sabah erkenden gitmem gerekecek." İnce bir düş kırıklığı kabardı içimde. "Ama akşam geri döneceğim. Hiçbir yere gitmiyorum. Sen ne kadar süre kalacaksan, ben de o kadar süre buradayım."


Merakla mırıldandım. "Nereye gideceksin?"


Kısa bir an duraksadı. "Şehir merkezine."


Kendimi tutamadım. "Ne işin var peki?"


Ama sorumu yanıtlamamıştı. Cevapsız bırakılmanın burukluğunu yok etmek istercesine, aniden dudaklarını saçlarımın arasına bastırdı. Tüm vücudumdan bir ürperti akıp geçti; keza ruhumu da titretti. Konuşmadan bile gönlümü almayı başararak, beni yine şaşırttı.


Sıcaklığıyla gitgide mayışan bedenim, sonunda yavaşça ağırlaştı. Kollarının arasında uykuya teslim olmadan hemen önce, zihnime tek bir düşünce tutunabilmişti. 


Kırk beş gün dayanabilirim.







ARKADAŞLAARR AĞAĞAĞĞ NELER OLDU ÖYLEE bunlar uçtu gidiyooo nabıcaaz 🫠 Ama iyi sabrettiler şimdiii haklarını yemeyelimm 😔✋🏼 Ulan Merih o laflar neydi öyle bütün bölüm boyunca şöyleydim 😭😭😭 Merih'in gençliğini okumaya hazır mısınız bu arada?? Şu hareketlerinin sebebini artık öğreneceksiniz. Mendilleri hazırlayalım, kitabın en ağır bölümlerinden birisi gelecek çünkü yakında 😔😔😔


Merih ve Demre'nin ilişkisi benim için kitaptaki en önemli şeylerden birisi, o yüzden onların sahnelerini hiç kısaltmıyorum. Yazdıkça yazasım geliyor valla jslsjjsks Uzuyorsa uzuyor, koca bir bölümü sadece onlar istila edebiliyor aynı bu şekil 🥹🥹🥹 İlişkileri olayların gidişatı için de önemli, bu bölümde sadece ikisinin oluşu sizi sıkmamıştır umarım 🥹 Çok badireler atlattılar, çok yıprandılar daha da hâlâ sırlar açığa da çıkmadı. O yüzden bırakalım mutlu olsun garibanlar puhajskdjh 🧚🏻


Bana mesaj atanlar oluyordu kitapta smut olmasın lütfen gibi. Bir raddeden sonra artık yazan ben olmuyorum karakterler yazdırıyor gerçekten, akıp gidiyor istemsizce 🥺 Kitabın bu bölümünden sonra yetişkin içerikle karşılaşabilirsiniz. Rahatsız olanlar için bölüm aralarında uyarı koymayı düşünüyorum merak etmeyin. Ama zaten ben böyle sahneleri fazla detaylı yazmam zaten 30 bölüm boyunca hiç öpüşmemişler, az çok tahmin edersiniz siz de nasıl bir tarzım olduğunu sjskskwjjs SÜRÜNDÜRÜYORUM garibanlarım benim 🫶🏻✨ Neyse çok uzattım, bölüm yayınlamayı özlemişiiim. Haftaya cumartesi görüşürüüz. Her şey için çok teşekkür ederim, sizi çok seviyorum!!! 🤎✨🥹🪄✨


Azalmadan, çoğalarak

Fesa

Yorumlar

Anlık Ziyaretçi -`♡´-